İş insanının kızı, güvenlik görevlisine âşık oldu – ve ailesi tarafından reddedildi
İstanbul’un sabahı, inci grisi bir gökyüzüyle uyanmıştı; uzun ve sırlarla dolu bir günün habercisi. Koçlar Holding’in en yüksek kulesinde, dev camlar bir ailenin sahip olduğu güç ve serveti yansıtıyordu… fakat huzuru değil.
Selin Koç, ünlü iş insanı Orhan Koç’un tek kızıydı. Hayatı boyunca gala davetleri, İsviçre yatılı okulları ve altınla yazılmış bir gelecek arasında yaşamıştı. Fakat markalı elbiselerin ve kusursuz gülümsemelerin ardında, soğuk bir yalnızlık gizleniyordu.
Kaderi çoktan çizilmiş gibiydi: Bir milletvekilinin oğlu Emir Karaca ile evlenecek, aile şirketinin gücünü büyütecek, dergilerde mutlu pozlar verecekti. Ancak aşk, kimsenin hesaplayamadığı o davetsiz misafir, bir sabah şirketin otoparkında yoluna çıktı.
Orada Serhat Demir vardı — yeni güvenlik görevlisi. Uzun boylu, esmer, sakinliğiyle binanın telaşlı ritmine meydan okuyan bir adam. Ne unvanı vardı, ne serveti, ne de tanınmış bir soyadı. Ama dürüst bir bakışı ve sustuğunda bile doğruyu söyleyen bir sesi vardı.
İlk karşılaşmaları tamamen tesadüftü. Selin kartını evde unutmuştu; Serhat ise görevini yaparak onu içeri almadı. “Kurallar herkes için geçerli, hanımefendi,” dedi, saygılı ama boyun eğmeyen bir tonla. Selin’e ilk kez biri böyle karşı koymuştu.
O günden sonra Selin, gerek olmadıkça bile sık sık garaja inmeye başladı. Bir gün arabasını kontrol etmek için, bir gün “bir şey aramak” için. Ve her defasında oradaydı, Serhat. Başta fazla konuşmadılar ama aralarındaki sessizlik, kar altındaki ateş gibi büyüyordu.
Yağmurlu bir öğleden sonra, Selin güvenlik kulübesine sığındı. Serhat ona makine kahvesi ikram etti. Gülümsediler. Kendini tanrı sanan yöneticilerle dalga geçtiler. O zaman öğrendi Selin — Serhat eskiden askerdi, hasta annesine bakıyordu, molalarda şiir okuyordu. Nazım, Orhan Veli… ve gizlice yazdığı kendi dizeleri.
O gece Selin uyuyamadı. Hayatında ilk defa biri onunla hiçbir şey beklemeden konuşmuştu.
Sonraki günler, bahaneden bahaneye koştu. Arabayı kontrol etmek, bir evrak bırakmak, bir not almak… Ama aslında sadece onu görmek istiyordu. Zamanla aşk, sessizlikten taşan bir sır haline geldi.
Fakat kalp hızla atarsa, sesini yanlış kulaklar duyar.
Bir temizlik görevlisi Selin’i Serhat’a sarılırken gördü. Fotoğraf önce bir yöneticinin telefonuna, sonra diğerine, en sonunda babasının eline ulaştı.
Aile toplantısı, bir mahkeme gibiydi. Orhan Koç ayağa kalktı:
—Bir güvenlik görevlisi mi Selin? Bunun ailemiz için ne anlama geldiğini biliyor musun?
—Biliyorum baba. Çünkü o beni bir miras değil, bir insan olarak görüyor.
Annesi Lale araya girmeye çalıştı ama aynı zihniyete sahipti. “Bu geçer kızım, sadece bir karışıklık.”
Ama geçmedi.
Selin gizlice Serhat’la görüşmeye devam etti. Parklarda, küçük kafelerde, ya da onun kendi elleriyle onardığı Şile’deki eski evde. Orada, İstanbul’un gürültüsünden uzakta, sadece kendileri olabiliyorlardı.
Aşkları büyüdükçe karşı koyuş da arttı. Serhat, bu ilişkinin kaybedilmiş bir savaş olduğunu biliyordu ama vazgeçmek, hissettiklerinin en safını inkâr etmek olurdu.
Bir gün Orhan Koç harekete geçti. Serhat’ı İzmir’deki başka bir şubeye gönderdi. Para, terfi, hatta örtülü tehditler sundu. Serhat hepsini reddetti:
—Beni satın alamazsınız, beyefendi. Kızınız unutmak isterse kabul ederim, ama korkudan değil, paradan hiç değil.
Koç, alışkın olmadığı bir meydan okumayla karşılaştı. Bir hafta sonra Serhat, uydurma bir gerekçeyle işten çıkarıldı.
Selin bunu öğrenince soluğu gar terminalinde aldı. Serhat elinde eski bir çanta, yüzünde yorgun bir teslimiyet ifadesiyle oradaydı.
—Burada kalamam, Selin. Sana yaklaşmama izin vermezler.
—O zaman ben gelirim seninle, dedi Selin, tereddüt etmeden.
Ve öyle de yaptı.
Evini, servetini, soyadını bıraktı. Bir süre İzmir’de küçük bir evde yaşadılar. Zorluklar arasında gülüp, birlikte çalıştılar. Selin yemek yapmayı, dolmuşa binmeyi, korumasız yaşamayı öğrendi. Serhat ise kaybetmekten korkmadan sevmeyi.
Aylar geçti. Hikâyeleri basına sızdı. “Asi varis” başlığı dergileri süsledi. Halk, şaşırtıcı biçimde, Selin’in tarafını tuttu. İnsanlar onu, ayrıcalıklardan bıkmış ama kalbine sadık bir modern kahraman olarak gördü.
Babası kamuoyu baskısına dayanamadı. Bir akşam kızının kapısında belirdi.
—Sadece mutlu musun, onu bilmek istiyorum, dedi titrek bir sesle.
Selin gözlerinin içine baktı:
—İlk kez, baba. Gerçekten mutluyum.
O an Orhan Koç anladı: Güç, milyonlarla değil, bırakabilmekle ölçülür.
Ve böylece, Ege kırsalında sade bir düğünde, portakal çiçeği kokuları ve sıcak ışıklar altında, Selin ve Serhat aşklarını mühürlediler.
Az sayıda ama samimi misafir vardı. Aralarında babası da — bu kez çek değil, bir gülümseme imzaladı.
Müzik çaldı, rüzgâr esti, ve aşk — o eski asi — bir kez daha kazandı.