Karım Noel günü bana boşanma evraklarını uzattı… Sonra tüm ailesi sevinç çığlıkları atmaya başladı. Ama hediyemi açtığında yüzü bembeyaz kesildi, çünkü içinde…
Noel ağacının ışıkları titriyordu, ama o ışıkların sıcaklığı odaya değil, sanki benim içimde bir yerlere çarpıp kırılıyordu. Masanın üzerindeki hindi kokusuna annesinin ağır parfümü, pudra ve güller karışıyordu. O an, sanki herkes çok uzun süredir beklediği bir sahnenin sonunda perdenin açılmasını seyrediyor gibiydi. Karımın elinde bir zarf vardı. Zarfı bana uzattığında, yüzünde kış kırmızısı bir ruj ve gözlerinde hiç tanımadığım bir kararlılık gördüm. “Noel sürprizi,” dedi. Sanki bir şaka yapıyormuş gibi. Ama şaka değildi. Zarfı açmama bile gerek kalmadı; elimde tuttuğum kağıtların boşanma belgeleri olduğunu biliyordum.
Arkamda oturan ailesi, bir futbol maçında gol olduğunda çıkan kolektif nefes alışına benzeyen bir ses çıkardı. Bu kahkaha değildi. Bu, uzun zamandır bekledikleri bir zaferin sessiz tezahürüydü. Babasının çenesinin ucu öne düşerken, erkek kardeşinin dudaklarının kenarında küçümseyici bir gülümseme kıvrıldı. Kız kardeşi öne eğildi, sanki bu anı dilinin ucuyla tatmak istiyormuş gibi. Hatta büyükannesi bile bakışlarını keskinleştirdi; gözleri bir deniz fenerinin karanlıkta dönen ışığına benziyordu. Bense belgeleri değil, sadece karımı izliyordum.
Onunla ilk karşılaştığımız günü hatırladım. Bir arkadaşımızın vergi avantajı için yaptığı, hikâyeden ibaret olan o resmi nikâhta tanışmıştık. O yeşil bir elbise giymişti, ben gökyüzünün fırtınadan sonra affettiği renge benzeyen bir kravat takmıştım. Kravatıma gülmüştü, ben de onun “sonlar” üzerine yaptığı şakasına. O gün yağmur bile bize eşlik etmeyi bırakmıştı. Biz saf, basit ve tertemizdik. Birlikte öğle yemeğine gitmiş, tek bir şemsiyeyi paylaşmıştık. O anlarda hayatın bu kadar karmaşık olabileceğini hiç düşünmemiştim.
Yıllar geçti. Kahve ritüellerimiz, küçük şakalarımız, mutfaktaki tiyatromuz… Evimizi sevgiyle dolduran küçük detaylarımız vardı. Ama hiçbir çatlak büyük bir gürültüyle başlamaz. Önce sessizdir; şifreyle kilitlenen bir telefon, ardından yüzü bana değil de başka yöne çevrilmiş bir gülüş, sonra başkası için sürülmüş bir parfüm. Sonra tartışmalar başlar; önce ılık bir banyoya benzer, içinde oturabilir, çıkınca değişmemiş gibi hissedebilirsin. Ama sonra kaynar, soğur ve sonunda biter. Sessizlik… Sessizlik hem merhamettir hem de uyarı. Ben şaşırmadım. Yaralandım. Aradaki fark büyük.
Bir gece, yanında içtiği iki kadeh şarabın ardından uykusunda konuştuğunu duydum. Ses makinesinin çıkardığı dalga seslerinin arkasına gizlenmiş itiraflar. Bir isim, bir adres, bir asansör… Miles. O an çığlık atmadım, onu uyandırmadım. Ben öfkeye teslim olmadım. Ben bir plana dönüştüm. Sessizlikle örülmüş, soğukkanlı bir plan.
Haftalar boyunca izledim. Küçük notlar, kredi kartı harcamaları, otel makbuzları, taksi fişleri… Onun hayatının takvimini çıkardım. Bir avukatla görüştüm, yüzünde sıradan bir ifadenin ardına gizlenmiş kesinlik vardı. Bana intikam değil, gerçeklik sundu. Ben de kabul ettim.
Evi üzerime aldım, bankadaki hesapları böldüm, belgeleri sakladım. Onun ihanetine sessizce aynalar tuttum. Her hareketini kaydettim, her yanlışını belgeledim. Kardeşinin borçlarını, babasının vergi sorunlarını, ailesinin çürük temellerini bir bir öğrendim. O gece, Noel gecesi, bana boşanma belgelerini sunduğunda, benim elimde de başka bir hediye vardı. Ağacın altından çıkardım. Beyaz kağıda sarılmış, kırmızı kurdeleyle bağlanmış, üzerinde sadece küçük bir etiket: “Benden.”
Herkesin alkışları arasında paketi ona verdim. Sessizdim. Sessizliğim sözlerimden daha ağırdı. Kurdeleyi kopardı, kâğıdı yırttı, kapağı kaldırdı. O an yüzü bembeyaz oldu. Odanın havası değişti. Kimse nefes alamadı. Kutunun içinde siyah bir dosya, kırmızı bir USB bellek ve küçük kadife bir kutu vardı. Hiçbirine dokunamadı. Ellerinin titrediğini gördüm. Annesi fısıldadı: “Aç…” Ama o bana baktı. Bir zamanlar gözlerinde şiir vardı. Artık yoktu.
Bütün hazırlıklarım oradaydı. Belgeler, fotoğraflar, ses kayıtları, makbuzlar. Onunla Miles arasındaki bütün sırların kanıtı. Babasının vergilerini ödemediğini gösteren dosyalar, kardeşinin kiralarını ödeyemediğini ispatlayan belgeler. O kutunun içindekiler sadece onun ihaneti değil, ailesinin de çöküşünün fragmanıydı.
O an, bana sunduğu boşanma belgelerine baktım. Ev, işim, geleceğim… hepsini istiyordu. Beni kötü, kendini mağdur göstermek için yazılmış bir hikâye. Ama ben başka bir hikâye getirmiştim. Ona bakıp sadece şu cümleyi söyledim: “Ya bu belgeleri imzalarsın, ya da yarın sabah saat dokuzda bütün bu dosyalar gereken yerlere gider.”
Kardeşi güldü, babası tehdit etti. Ama o, eline kalemi aldığında herkes sustu. Kalem maviydi, kararların rengi. Belgelerin üzerine imzasını attı. O an anladım ki, en sessiz an bazen en gürültülü patlamadır.
Sonunda kalktım. Ceketimi giydim. “Böyle olmak zorunda değildi,” dedim. Bana baktı ve fısıldadı: “Her zaman böyle olmak zorundaydı.” Gözlerinde bir yabancı vardı. Bir zamanlar sevdiğim kadını, beni yaralayan kişiyi ve artık tanımadığım birini aynı anda gördüm. Kapıdan çıktım. Dışarıda soğuk hava, içimde ise garip bir huzur vardı. İntikam değil, adaletin soğuk ve sessiz yüzü.
Eve döndüğümde, ağacın altına oturup bir bardak çay içtim. O an fark ettim: Affetmek birine verilen bir hediye değildir. Affetmek, kendi içinde açtığın bir kapıdır. O kapıdan çıkar, geride bırakırsın. Ve ben sonunda çıkmıştım.