Yolda MAHSUR kalan AİLEYE YARDIM etti, bir hafta sonra PATRONUN ofisinde görünce ŞOKE oldu

Yolda MAHSUR kalan AİLEYE YARDIM etti, bir hafta sonra PATRONUN ofisinde görünce ŞOKE oldu

.
.

Gecenin sessizliği, Kavaklı Köyü’nün etrafını saran sis perdesi kadar yoğundu. Eylül yağmurları henüz bitmemiş, bahçelerdeki çürüyen yapraklar ıslak mermer zemine düşerken usul usul hıçkırır gibi sesler çıkarıyordu. Kasabanın kütüphanesinin penceresinden süzülen soluk sarı ışık, titreşen toz zerreciklerini adeta minik yıldızlara dönüştürüyordu. İçeride kimsenin kalmadığı saatlerde raflar eski kitapların ağırlıkları altında inlerken, bir zamanların huzuru bu gece başka bir ruh haliyle harmanlanmıştı.

Elif Yanık kapıyı kilitledi, cebindeki anahtarın çıtırtısını duydu. İşten çıkalı çok olmuştu ama Labrador cinsi köpeği Poşet’i sabah kadar yalnız bırakmak istememişti. Tuvalete, mutfağa uğramadan doğrudan merdivenlerden yukarı çıktı. Etraf kütüphanenin antika merdivenlerinden daha sisli görünüyordu. Kötü hislerinin sebebini bulmak için odasına gitti: duvarında fotoğraflarla bezenmiş not kartları, bir masanın üstünde açılmış eski bir mektup, çalışma masası ışığı… Elif, iki ay önce aldığı işitme cihazını henüz alışamadığı kulaklarına taktı. Cihaz çınlayıp titrerken, sanki üzerinde biriken ağırlığı kabullenmemeye çalışıyordu. Gerçek şu ki, Elif’in sağ kulağının işitme duyusu yavaş yavaş azalmış, yıllardır görmezden geldiği rutin kontrollerde çizgisel bir hastalığa yakalandığı ortaya çıkmıştı. Doktor “Zaman kaybetmeyin” demiş, o da kütüphane müdürlüğü görevini devraldığı andan beri en önemsediği şeyi, hikâyeleri duymayı, kaybetmişti. İçindeki boşluk, tıpkı köyü kuşatan bu sis gibi her geçen gün biraz daha yoğunlaşıyordu.

O gece onu daha da huzursuz eden şey, ciğerine kadar inen bir soğuğun yanı sıra kütüphane koridorlarından gelen hafif bir tıkırtıydı. Bir rafın arkasından mı geliyordu? Elif duyuyordu sanki zayıf bir sürtünme sesini; tıpkı eski bir sayfanın rüzgârda kıvrılıp ses çıkarması gibi… Elif titreyen elleriyle ışığı açtı. Gözlerinin alıştığı loş ışığın sırrını ararken, durdu ve dinledi. Sessizlik… Ama ne tuhaftı: Ne Poşet havladı ne binanın devamlı çınlayan gıcırdamaları duyuldu. Sanki gövdesi bile yok olmuştu kütüphanenin. Elif derin bir nefes çekti. “Saçmalıyorsun,” dedi kendi kendine. “Yaşadığın duygular, hastalığın etkisi.” Odasının kapısından çıkıp koridora ilerledi. Her adımda zemin titriyor, ayak tabanlarını ürperten soğuk mermer dokunuşuyla birleşiyordu.

He helped a family that was stuck on the road, and was shocked to see it in  the boss's office a w... - YouTube

Koridorun sonunda, antika bir kapı duruyordu. “Eski Koleksiyon” yazısı, siyah damarlı camın içindeydi. Elif kapıya yaklaştığında hafifçe aralandı; kalbini sıkıştıran şey sanki bir elin uzanıp kendisini durdurmak istemesiydi. Ama aralıkta boş bir raf göründü. İçgüdüsüne yenik düşüp kapıyı yavaşça itti. Kitap enerjisi kokusuyla dolu eski odaya girince, ışığını yakar gibi cebinden küçük el fenerini çıkardı. Duvar boyunca uzanan ahşap raflarda yılların tozu birikmişti. Elif avuçlarını havaya kaldırıp usulca öksürdü; sesin tekrarı bile orada yankı bulmamalıydı. Fakat bir kitap kenarına ilişmiş not kağıtları gördü. Ufak bir parşömen: “Gece Kuşu Geliyor…” Elif okurken tüyleri diken diken oldu. Kimin bıraktığı, hangi döneme ait olduğu belirsizdi ama altında titrek bir el yazısıyla “Kütüphane Uyanmalı” yazıyordu.

Gecenin ilerleyen saatlerinde Elif, polis çağrısı yapmamaya karar verdi. Belki de severdi gelecekte kütüphaneyi ziyaret edecek meraklı ruhlar görsün istiyordu bu mesajı. Ama salonda durduğunda, bir anda rafların arasından gelen bir hışırtı sesiyle irkildi. Kalbinin ritmi hızlandı. El fenerini doğrulttu: Dar bir aralıktan usulca yerinden oynamış bir kitap duruyordu. Elif yürüdü, kitabı yerine koymak için eğildi. Tam o sırada kapı arkasından yavaşça kapandı. Odaya hapsolmuştu. Çaresizce kapıyı ittirdi, çekti; kilitlenmişti. Saatine baktı: Gece yarısını geçmişti. Ne telefon çekiyor ne kapı kilidi tepki veriyordu. Elif kendini kaybetmeden neler olduğunu anlamak için derin bir nefes aldı. Bu kütüphane, bir sır saklıyordu.

Ertesi sabah saat yedide Kütüphane’ye giren Ali Tekin, tarih öğretmeniydi. Haftada iki gün okuma saati için Elif’le ortak proje yürüten Endülüs kasabası tarihini anlatmak üzere buradaydı. Merdivenlerden tıklayarak adımlarını saydı. Kapı aralık, ışık yanıyordu. “Elif?” diye seslendi. Yanıt gelmeyince endişelendi. Koridorda ilerledi, eski koleksiyon odasının kapısına geldi. Kapı gövdesine dayalıydı. Ali, Elif’in sandalyede uyumaya çalıştığını düşündü. Fakat camdan baktığında Elif’in ayakta sabit durduğunu gördü. Ufak bir not kâğıdının üzerinde öylece duruyordu. Ali içeri girdi. El fenerini kapı eşiğinde unuttuğunu fark edip cebinden çıkardı. Elif’i görünce irkildi. “Ne oldu?” Elif titrek sesiyle cevap verdi: “Geceleri bir şeyler duyuyorum. Notlar… Gece Kuşu… Arka odada kaldım.” Ali sağına soluna bakındı. “Bizim bir efsanemiz vardı hatırlıyor musun?” dedi. “Bu kütüphanenin kurucusu Şefik Bey, yeni bir koleksiyon getirince garip sesler duyduğunu, kimseye anlatmadan gizli odada araştırma yaptığını, sonra da aniden ortadan kaybolduğunu…” Ali’nin anlattıkları Elif’in beynindeki eksik parçayı tamamladı. “O gizli odada… belki de onun bıraktığı bir not…” Ali gülümseyerek ekledi: “Hadi bakalım, efsane peşimize düşmeden önce gerçekleri ortaya çıkaralım.” Birlikte kapının kilidini dikkatlice açıp içeri girdiler.

Eski koleksiyon odası, sandıklarla kutularla doluydu. Ali eski bir sandığı kaldırdı; altında toz bulutu yükseldi. Elif avuçlarını gözlerine götürdü. Sandığın içinde ciltli bir defter duruyordu. Deri kapağı çatlamış, yıldız motifleri işlemişti. Ali onu çıkardı, masanın üzerine koydu. Defteri açarken bir sayfa havalandı ve yere düştü: “1923 – Şefik Bey’in Günlüğü.” Ali heyecanla sayfayı eğilip inceledi. Yıllar önce başlayan bir hikâye okunuyordu. Köyün kurucusu Hüseyin Dede, 1918’de vefat etmiş; kütüphane ise 1920’de inşa edilmişti. Şefik Bey, koleksiyonunu genişletmek isterken eski bir el yazması satın almış; içinde hayat verici ritüeller, gölgeler dünyası, ruhlarla iletişim… Diğer sayfalarda çizimler, tüyler, buram buram gizem kokan semboller vardı. Hatta resimlerde, kitap raflarının canlandığı, kitaplarda yaşayan kuş siluetleri… Elif soluğunu tuttu. “Ruhlarla mı iletişim?” dedi. Ali başını salladı. “Belki de Gece Kuşu dediği şey, burayı koruyan bir varlık. Ya da lanet.” Defteri inceledikçe gölgeler koridorlarda dans eder gibi kıpırdanıyor, her sayfada eski harfler ürperti oluşturuyordu.

Bu keşiflerden birkaç gün sonra, kütüphane raflarında kitaplar yerine toz bulutları bulunmaya başladı. Öğrenciler, danışanlar “Gece olunca raflar kendi kendine kayıyor” diyor, masalar geceleri nomad gibi yer değiştiriyordu. Elif, akşamları kütüphane kapandıktan sonra bir-iki saat kalıp defteri inceliyor, Ali’den yardım istiyordu. Bir gece, defterin en sonunda şöyle bir ibareyle karşılaştı: “Ritüel zamanı: Sonbaharın on ikinci dolunay gecesi.” Tarih yakındı: Önümüzdeki cuma gecesi. Elif başını kaldırıp pencereden dışarı baktı. Ay, bulutların arasından soluk bir gümüş tepsi gibi süzülüyor, kütüphane bahçesindeki ıhlamurların gölgelerini yere uzatıyordu. O an ikisi de korkunun yanında çaresizliğin sıcak teliyle gerildi. Eğer ritüel yapmazlarsa, Gece Kuşu öfkesini kusacak, kütüphane karanlığın esiri olacaktı.

Dolunay gecesi yaklaştıkça ikili hazırlıklara başladı. Defterde anlatılan ayin basit görünüyordu: Bir yuvarlak çizgi, ıhlamur dallarından yapılmış bir taç, eski koleksiyondan alınan bir kuş tüyü, defterin son sayfasından kesilecek bir parşömen… Ama belgeleri takip etmek, simgeleri doğru okumak, eski harfleri yorumlamak zordu. Ali bir profesör dostundan yardım aldı; Elif de işitme cihazındaki çınlamaları bastırmak için konsantrasyon alıştırmaları yaptı. Gece yedide kütüphanenin kapısını kilitlediler. Koridor boyunca esrarengiz silüetler süzülüyordu. Defterin talimatlarına sadık kalarak eski koleksiyon odasına vardılar.

Odada soluk sarı mumlar diziliydi. Elif parşömeni eline aldı. Altında şu dizeler yazılıydı:
“Gece Kuşu uyanır gece yarısında,
Yas tutan ruhlara döner kanatlarında.
Kütüphaneyi koru, bilgiyi savun,
Ritüeli tamamla, sabahı duyun.”

Ali tüyü ıhlamur tacının tam ortasına bıraktı. Elif yuvarlağı çizdi, mumları ateşledi. Rüzgâr birden dindi; muma yaklaştılar, sıcak alev titremedi. İkisi de nefeslerini tuttular. Defteri açıp altın yaldızlı sayfaları çevirdiler. Son talimat: “Ay ışığı tam da taca vurduğu anda kanadı serbest bırakın.” Tam 23:07’de ay perdeden parlakça sızdı. Gözlerini kamaştıran ışık parçası, tüyün ucuna değdiği anda tüy hafifçe titredi. Elif tereddüt etmeden tüyü havaya fırlattı. Tüy salonda süzüldü, bir kanat çırpış sesi duyuldu. Kütüphanenin tüm kapıları gıcırdayarak açıldı. Bir rüzgâr kütüphaneyi süpürdü, eski raflarda biriken sis dağıldı. Elif ve Ali geri çekildi, dehşetle izlediler.

Sis dağılınca salonun ortasında, yarı kuş yarı insan bir siluet belirdi: Yüzü kadınsı, kanatları geniş, siyahlığın içinde beyaz tüyleri payandalıydı. Gecenin ritmini tutan siyah gözleriyle ikisine de baktı. Soluk sesi tonlu yankılandı: “Korudunuz bilgiyi. Şimdi huzura kavuşayım.” Kanatlarını yavaşça çırptı. Ay ışığının tüm odayı gümüşe boyadığı o anda, siluet usulca kayboldu. Arka kapı açılıp açık havanın serin nefesi içeri doldu. Mumlar söndü; koridor boyunca yavaş yavaş kütüphane yeniden sessizliğe büründü.

O sabah, Kavaklı Köyü halkı kütüphanenin kapısını hayretle açtı. Raflardaki kitaplar yerli yerindeydi; çekmecede kaybolan defter bile belirsiz bir yere saklanmıştı. Hiçbir iz kalmamıştı. Elif, işitme cihazındaki çınlamanın hafiflediğini fark etti. Sanki gece Kuşu, sadece kütüphaneyi değil, kalbini de onarmıştı. Ali, titreyen bir gülümsemeyle kitabın üstünü silerken, “Burası artık eskisinden daha canlı,” dedi. “Efsane bu ya, bazen söylenceler gerçeğe dönüşür.” Elif başını salladı. “Bir zamanlar duyamadığım fısıltılar artık net geliyor. Bize minnettar kuş bizim de kalbimizi duymuş.”

Aylar sonra, köyde yeni bir gelenek doğdu. Her sonbahar on ikinci dolunay gecesi kütüphane binasının bahçesinde toplanıp yıldızları saydılar. Mumlar yaktılar, eski harflerle yazılmış dilek uçurtmaları gökyüzüne bıraktılar. Elif, Poşet ile kütüphaneye geldiğinde şunu anladı: İzleyeni, dinleyeni, koruyanı hep içimizde taşıyorduk. Gece Kuşu’nun hikâyesi bir sırrın ötesine geçmiş, kasabanın kimliğine dönüşmüştü. Ve o günden beri, kitaplar kuleler değil, kanatlar gibi yükseliyor; bilgiyi savunan her insanın kalbinde özgürleşiyordu.

Related Posts

Our Privacy policy

https://rb.goc5.com - © 2025 News