Beş çocuk yemek istedi ve çiftçi gözlerinde umudu gördü

Kışın Ortasında Doğan Umut
William Thorn’un hayatı, karısı Margaret’ın beş yıl önce zamansız ölümünden sonra donmuş bir kış manzarasına dönmüştü. Soğuk, yalnız ve huysuz bir adamdı. Çiftliği, yerleşim yerinden uzakta, kendi izolasyonunun bir kalesi gibiydi. Margaret’ın gülüşünün sesi, uzun zaman önce rüzgarla silinmişti. William, hayatını sadece görev bilinciyle sürdürüyordu: toprağı işlemek, hayvanları beslemek ve acı anılarını kalbinin derinliklerine gömmek.
O kış, daha da sertti. Kar erken yağmış ve tüm Batı’yı bembeyaz, soğuk bir kefenle örtmüştü. Bir akşam, gün batımı gökyüzünü kana boyarken, kapısına vuran beklenmedik bir ses duydu. Beş küçük, titrek gölge duruyordu önünde. Thomas, en büyükleri, yanındaki küçük kız kardeşini (Anna) sıkıca tutuyordu. Yetimhaneden kaçmışlardı. Tek bildikleri, çevrede bir yerlerde “huysuz” ama tek başına yaşayan bir çiftçi olduğuydu. Korku ve umutsuzlukla titreyen çocukların, soğuktan morarmış dudakları ile anlattıkları hikayeyi dinledi. İlk tepkisi onları geri çevirmekti. Ancak Thomas’ın gözlerindeki kararlılık, William’ın kendi yalnızlığı kadar keskin bir şeyi yansıtıyordu. Thomas, kardeşleri için yalvardı.
…
yalnız çiftçi hakkında duymuşlardı ve ona yardım için başvurmaya karar vermişlerdi. Thomas, en düşmanca çiftçi bile kardeşlerinin aç kaldığı ve üşüdüğü yetimhaneden daha iyi olacağını düşünüyordu.
Hikayenin sonuna geldiklerinde tabaktaki yemek de bitmişti. William hiçbir şey söylemedi. Sadece ayağa kalktı ve kilerine yürüdü. Kiler neredeyse boştu. Bu yılki hasat zayıftı ama hala biraz rezervi vardı. Birkaç elma, yarım ekmek ve bir parça peynir çıkardı ve çocukların önüne masaya koydu. Çocukların gözleri bu bolluk karşısında büyüdü. Böyle zenginliği uzun zamandır görmemişlerdi.
William yemelerini işaret etti. Çocuklar iştahla yerken o pencereye yürüdü. Dışarıda çoktan kar fırtınası başlamıştı. Rüzgar uluyarak ağaçların dallarını kopardı, manzaranın üzerine beyaz tüller çekti, yolu ve çiftlik dışındaki her şeyi gizledi. William geceyi orada geçirmeleri gerektiğini bildirdi. Çocuklar ona minnettarlıkla baktılar. En büyük çocuk Thomas, William’ın yüzünü inceledi. Bakışları 12 yaşındaki bir çocuk için çok ciddiydi. Çiftçinin ziyaretçi kabul etme alışkanlığının olmadığını ve belki onları yük olarak gördüğünü biliyordu ama başka seçenekleri yoktu. Fırtınada dönmek kesin ölüm anlamına gelirdi.
William onlara salonda şöminenin önünde yatak hazırladı. Margaret’tan kalan eski battaniye ve yastıkları dolaptan çıkardı. Yumuşak battaniyelerin kokusu geçmişi hatırlatıyordu ve William bir an karısının şimdi onu görse, evlerine beş yabancı çocuğu kabul ederken ne söyleyeceğini merak etti. Kısa süre sonra beş küçük vücut, sıcak ateşin ışığında toplandı. William sessizce nasıl uyuduklarını izliyordu. Yüzlerinde hala rahatlama ve tokluk huzuru vardı.
Gecenin yarısında William uyandı. Yatak odasında, yatağında oturdu. Kalbi çılgınca çarpıyordu. Bir an kendisini neyin uyandırdığını bilemedi. Sonra duvardan süzülen sessiz ağlamayı duydu. Salona koştu. En küçük kız Anna sessizce ağlıyordu. Diğer çocuklar etrafında huzurla uyurken. William dikkatli bir şekilde ona yaklaştı. Diğerlerini uyandırmamaya özen gösterdi. Yanına yere oturdu, ağırlığı altında gıcırdayan sert ahşap zemine. Kızın gözlerinde yaşlar parlıyordu. Yüzü ağlamaktan ıslaktı. Annesini özlüyordu.
William’ın boğazı sıkıştı. Uzun zamandır duygularından bahsetmiyordu. Şimdi yine de bir şey söylemesi gerektiğini hissetti. Kıza sessizce kendisinin de birini özlediğini, onu hatırladığı sürece asla gerçekten uzakta olmayacağını anlattı. Küçük Anna, büyük yaşlı gözlerle ona baktı. Sonra minik eliyle William’ın sert çatlak elini yakaladı. William çocuğun dokunuşunun sıcaklığı ve güvenine şaşırdı. Ateşin çıtırtısı eşliğinde dakikalarca böyle oturdular sessizce. Sonunda kız tekrar uykuya daldı. Başı William’ın koluna yaslandı.
Fırtına iki gün sürdü. Çiftliği dış dünyadan ayırdı. Bu süre zarfında William ve beş çocuk yavaşça birbirlerini tanıdılar. William her birinin farklı, eşsiz kişiliklere sahip olduğunu, kendi güçlü ve zayıf yanları olduğunu gözlemledi.
Üçüncü gün kar fırtınası durdu. Güneş bulutların arkasından çıktı, karla kaplı manzarada parladı, buz kristallerini pırlantaya dönüştürdü. William şimdi karar vermesi gerektiğini biliyordu. Çocukları yetimhaneye geri götürmesi gerekirdi. Bu doğru prosedür olurdu. Ama geçen günlerde içinde bir şey değişmişti. Yıllardır yalnızlık ve sessizliğin kutsal mekanı olan evi şimdi çocuk neşesiyle dolmuştu ve şaşırtıcı bir şekilde rahatsız olmuyordu.
Öğleden sonra atları kızağa koştu ve çocuklarla birlikte yerleşime gitti. Kar yolu kalınca kaplamıştı. Atlar zor ilerliyordu. Toynakları altında kar gıcırdıyordu. Çocuklar kızağın arkasında oturuyordu. Battaniyelere sarınmış, kış manzarasını heyecanla izliyorlardı.
Yetimhane ana caddenin sonunda kasvetli, iki katlı bir binaydı. Gri duvarları karla kaplı manzaranın üzerinde soğuk bir şekilde yükseliyordu. Pencereleri sokağa karanlık bakıyordu, dev, aç bir canavarın gözleri gibi. Avlusunda zayıf, solgun çocuklar sessizce oynuyordu, sanki ses çıkarmaktan korkuyorlardı.
William ve beş çocuk yetimhanenin kapısında durdular. Çocuklar sessizce duruyorlardı, yüzlerinde korku ve teslimiyeti yansıtıyordu. William gözlerinde, çiftliğine geldiğinde ilk fark ettiği umudun söndüğünü gördü. Bu manzara onu düşündüğünden daha derin bir şekilde rahatsız etti.
William tek başına binaya girdi. Çocukları kızakta bıraktı. Yetimhane müdürü William ofisine girdiğinde şaşırmış görünmedi. Kaçan çocukları zaten arıyorlardı. Kadın, çocukların kaçışları için uygun cezalar alacağını bildirdi. William’ın bakışları sertleşti. Kadın ne kadar konuşursa, kararında o kadar emindi. Çocukları geri getirmemişti. Çocukların onda olduğunu ve onlar için daha uygun bir yer bulunana kadar orada kalacağını söylemeye gelmişti. Kadın güldü. Kahkahası bakışları kadar soğuktu. William onları öyle evlat edinemezdi. Bunun için kağıtlar, izinler ve uygun koşullar gerekliydi. William cebine uzandı ve masaya bir para kesesi koydu. Miktar, William gerekli kağıtları halledinceye kadar çocukların bakımını karşılıyordu. Müdürün gözleri keseye baktığında parladı. William’a kağıtları halletmesi için bir ay verdi. Yoksa çocukların geri dönmesi gerekiyordu.
William kızağa döndüğünde beş çocuk gergin bekliyordu. Yüzlerinde endişe ve korku yansıyordu. William bir an hiçbir şey söylemedi. Sonra ağzının kenarında soluk bir gülümseme belirdi. İsterlerse bir süre onda kalabileceklerini bildirdi. Çocukların yüzleri aydınlandı. Gözlerinde William’da ilk gördüğü umudun ışığı tekrar parladı.
Takip eden haftalarda William ve beş çocuk çiftlikte yeni bir rutin oluşturdular. Sabah erkenden kalkıyor, hayvanları besliyor, bahçeyle ilgileniyor ve bahar ekimine hazırlanıyorlardı. William, çocukların ne kadar çabuk öğrendiğini ve kendilerine verilen görevleri ne kadar istekle yaptıklarını şaşırarak fark etti. Uzun kış akşamlarında William onlara eski zamanlar, savaş ve barış, doğu kıyısı ve vahşi batı hakkında hikayeler anlattı. Çocuklar da hayalleri, umutları ve korkuları hakkında anlattılar. Yavaş yavaş William her birinin eşsiz doğasını öğrendi ve gelişmelerine nasıl yardım edeceğini buldu.
Bahara kadar William Thorn’un çiftliği yeni hayata kavuştu. Çocuklar bahçede fidanlıklar hazırlamışlardı. Thomas William’a ambar çatısını tamir etmesinde yardım etmişti. Olivia mutfak penceresi için yeni perdeler dikmişti. Matthew hayvanlarla ilgileniyordu. Lucy evin etrafına çiçekler dikmişti ve Anna her sabah masaya taze bir çiçek buketi koyuyordu.
Yetimhane müdürü sonunda evlat edinme belgelerini imzaladı. William Thorn, huysuz yalnız çiftçi, resmen beş çocuğun babası oldu. Yerleşim sakinleri önce şaştılar. Sonra yavaşça yeni aileyi kabul ettiler.
Bir zamanlar yalnızlık ve sessizliğin yeri olan William’ın evi şimdi kahkaha, şarkı ve yaşamla doldu. Yıllar sonra birisi William’a o soğuk kış gününde neden o beş aç çocuğu kabul ettiğini sorduğunda sadece gülümser ve şöyle derdi: “Gözlerindeki umudu gördüm ve onlar bana tekrar umut etmeyi öğrettiler. Çünkü umut, soğuk bir kış gününde taze ekmeğin kokusu gibidir. Ruhu besler, kalbi ısıtır ve yarının her zaman daha iyi bir şey sakladığını hatırlatır. Eğer ilerlemeye, hayal kurmaya, umut etmeye devam edecek cesaretimiz varsa…”
William, kış güneşinin pencereden sızan ışığına baktı. O eski, yalnız adam gitmişti. Onun yerine, her sabah kahvaltıda bir çocuk sesinin gülüşüyle uyanan, bir çocuk elinin dokunuşuyla yumuşayan bir baba vardı. Kar, pencere kenarındaki buz kristalleri gibi eriyip gitmişti. Artık William Thorn, huysuz yalnız çiftçi değildi. O, Thomas’ın dayanağı, Olivia’nın koruyucusu, Matthew’un rehberi, Lucy’nin sırdaşı ve küçük Anna’nın her daim kucaklayan koluydu. Çiftlik, sadece topraktan ibaret değildi; bir yuvaydı. Ve bu yeni yuvada, kışın en derin soğuğunda bile, bitmek bilmeyen bir baharın vaadi saklıydı. Çünkü William ve çocukları, umudu yalnızca bulmakla kalmamış, onu birlikte yeşertmişlerdi.