SANA BİR ÇATI LAZIM… BANA DA KIZLARIM İÇİN BİR ANNE… BENİMLE GEL, DEDİ ÇİFTÇİ

SANA BİR ÇATI LAZIM… BANA DA KIZLARIM İÇİN BİR ANNE… BENİMLE GEL, DEDİ ÇİFTÇİ

.
.

KADERİN DÖNÜM NOKTASI: BİR ÇATI İHTİYACI VE BİR YUVANIN KURULUŞU

 

Zeynep Yılmaz, o kavurucu günün sonunda tozlu yol kenarında nihayet bedeninin dinlenmesine izin verdiğinde, bacaklarının artık onu taşımayacak kadar uyuştuğunu hissetti. Gün ağarırken yürümeye başlamıştı; yanında dünyadaki tüm varlığını sığdırdığı yıpranmış bir valizden başka bir şey yoktu. Şehirdeki işvereni acımasızdı: Kaybolan birkaç kumaş parçasını öğrendikten sonra onu hırsızlıkla suçlamış ve kapı dışarı etmişti. Zeynep’in masumiyetini kanıtlama çabaları nafileydi; küçük kasabada, ev sahibesinin sözü herhangi bir savunmadan daha değerliydi.

O sırada, kuru toprakta nal sesleri ve tekerlek gıcırtısı duydu. Zeynep, yorgun gözlerini kaldırdı ve kahverengi bir atın çektiği bir at arabasının yaklaştığını gördü. Hayvanı süren adam geniş kenarlı bir şapka takıyordu, bakımlı koyu renk sakalı vardı ve derin sesi samimi bir endişe taşıyordu.

“Yaralı mısın?” diye sordu.

Zeynep, onurlu bir şekilde ayağa kalkmaya çalıştı. “Sadece yorgunum. Komşu kasabaya iş aramaya gidiyorum.”

Adam, şapkasını çıkarıp koyu renk saçlarını düzeltti. Uzun boyluydu, geniş omuzları yılların ağır işini taşıyordu. Kahverengi gözleri dikkatli bir değerlendirmeyle onu süzdü. “Yürüyerek mi? Buradan güney tarlalarına yirmi kilometreden fazla var. Güneş de giderek kuvvetleniyor.”

Zeynep, hissettiği umutsuzluğu belli etmemeye çalıştı. Bir öğün yemeye zor yetecek birikimi vardı. Otobüs bileti ise imkansızdı.

Adamın adı Mehmet Kaya’ydı. “Buradan on kilometre kadar uzakta, Tarla Aziz Mikail’de bir çiftliğim var,” dedi. Ardından, at arabasında toplanmış, açık renk saçlı beş küçük kıza baktı. En küçüğü, üç yaşındaki Zehra, kolunu Zeynep’e doğru uzattı.

Mehmet, önemli bir karar veriyormuş gibi göründüğü ağır bir sessizliğin ardından, şapkasını tekrar başına koydu: “Başınızı sokacak bir çatıya ihtiyacınız var. Benimse kızıma bakacak, yemek yapacak, evi düzenli tutacak birine ihtiyacım var. Eşim artık aramızda değil. Hem çiftliği hem de kızları aynı anda idare edemiyorum. Size bir teklifim var.”

Zeynep’in kalbi hızlandı. “Ne tür bir teklif?” diye sordu, sesini savunmasız durumuna rağmen sabit tutarak.

Mehmet yanıt vermeden önce kızlara baktı. Özellikle on yaşındaki en büyük kızı Elif’in kapalı, neredeyse düşmanca ifadesi dikkatini çekti. “Barınak, yemek, yıkanmış giysiler ve ay sonunda adil bir maaş. Çok değil ama dürüst ve size saygıyla davranırım. Bunu garanti ederim.”

Zeynep için bu, hayatta kalmaktan fazlasıydı. Tek bagajını at arabasına koyup yanına oturduğunda, Zehra hemen ona sokuldu. “Bizimle mi yaşayacaksın?” diye sordu. Zeynep, gülümsedi.

Elif, yan gözle ona bakmaya devam ediyordu. Zeynep, o anda, o evin çiftçinin göstermeye çalıştığı kadar huzurlu olmadığının ilk işaretini fark etti. Bu hikayede, Mehmet’in anlattığından çok daha fazla acı ve terk edilmişlik vardı.

V. Sınırların Ötesine Geçiş ve Kayıp İnanç

 

Çiftlik basit ama büyük bir yerdi; ahşap ve tuğladan yapılmıştı. Ancak sundurmadaki kırık tahtalar, yabani otlarla kaplanmış bahçe, terk edilmiş bir hava taşıyordu.

Zeynep’e gösterilen oda küçüktü ama temizdi. Mehmet, valizini yatağa koyarken, “Mahremiyetinize saygı duyduğumu ve karşılıklı olarak aynısını beklediğimi bilmenizi isterim,” diyerek sınırları netleştirdi.

Ertesi sabah Zeynep, horoz sesiyle uyandı. Mehmet’i mutfakta odun sobasını yakarken buldu. Ona erzakların yerini, sobanın nasıl çalıştığını ve kızların çamaşırlarının nerede olduğunu gösterdi. Zeynep, Mehmet’in üzerindeki yükü hafifletmek için kızının (Elif’in) sorumluluklarını nasıl incelikle azaltmaya çalıştığını fark etti. İyi bir babaydı; sadece yük altında kalmış, daha iyisini nasıl yapacağını bilemeyen biriydi.

Zeynep, kahvaltıda taze kahve, tereyağlı ekmek ve çırpılmış yumurta hazırladı. Yemek masasına oturduklarında, küçük kızlar—Zehra (3), Ayşe (5), Betül (7), Ceylin (8) ve Elif (10)—sofrayı görünce gözleri fal taşı gibi açıldı.

Ancak Elif, şüpheyle tabağına bakıyordu. Zeynep, Elif’in annesi Canan’ın onları terk ettiğini anladı. Elif, bu evin kadın rolünü üstlenmişti ve Zeynep’in başarısız olmasını, diğer kadınlar gibi kaçıp gitmesini bekliyordu.

Zeynep, Elif’e yaklaştı: “Sana yalan söylemeyeceğim Elif. Başarıp başaramayacağımı bilmiyorum ama burada olduğum sürece elimden geleni yapacağım. Ve eğer bir gün gidersem, haber vermeden gitmeyeceğim. Sana bunu söz veriyorum.

O an, Elif’in etrafındaki zırhın bir aralığı açıldı. Zeynep’e karşı duyduğu güvensizlik, yerini küçük bir kabullenmeye bıraktı.

 

VI. Çiftlikte Başlayan Mücadele: Sözler Değil Eylemler

 

Sonraki günler, Zeynep’in sözlerini eylemlerle kanıtlama mücadelesiyle geçti. Çiftlikte yapılacak çok iş vardı. Köşelerde toz birikmiş, pencereler kirlenmiş, sebze bahçesi perişan haldeydi.

Zeynep, ilk olarak sebze bahçesiyle yüzleşmeye karar verdi. Kavurucu güneşin altında çalışırken, Elif yanına geldi. “Bahçeye annem bakardı,” dedi sesi alçalarak.

“O zaman, birinin yeniden ilgilenme zamanı geldi,” diye yanıtladı Zeynep. Elif’ten yardım istedi. Elif, şüpheyle de olsa, Zeynep’in yanındaki yabani otları yolmaya başladı. Neredeyse bir saat yan yana çalıştılar. Aralarındaki sessizlik, yavaş yavaş dostane bir hal aldı. Zeynep, Elif’in annesinin anılarını öfkesiz bir şekilde ilk kez paylaştığını fark etti.

Bir akşam yemeğinde, Zeynep, Mehmet’in yorgunluğuna şahit oldu. Borçları vardı, çiftlik zor zamanlar geçiriyordu ve Mehmet, bunca işi tek başına idare etmekten tükenmişti. Zeynep, terzi kimliğini bir kenara bırakarak, pratik bir ortak gibi konuştu.

“Belki çeşitlendirirsek?” diye önerdi Zeynep. “Sebze bahçesini büyütebilir, şehir pazarında satabiliriz. Ben konserve ve reçel yapabilirim. Fazladan gelir olur.”

Mehmet şaşkınlıkla ona baktı. “Bunu yapmayı biliyor musun?

Zeynep, gururla gülümsedi. “Yıllar içinde öğrendim. Bu çiftlik benim de evim oluyor. Onun senin kadar başarılı olmasını istiyorum.”

Mehmet’in yüzünde ilk kez yorgunluk değil, bir hayranlık ifadesi belirdi. Zeynep’in sadece bir çalışan olmadığını, bir çözüm olduğunu görüyordu.

 

VII. Dedikodu, Finansal Baskı ve Sınırların Yıkılışı

 

Zeynep’in konserveleri iyi satmaya başladı. Ancak bu küçük başarı, topluluk dedikodusuyla birlikte geldi. Kasaba halkından Papatya Hanım (Papatya Hanım), Zeynep’in “şüpheli geçmişi” ve “aniden ortaya çıkışı” hakkında yalanlar yaymaya başladı: “Bir kadın, kimsesiz, referanssız çıkageliyor ve aniden dul bir adamın evinde yaşamaya başlıyor. Mehmet Bey’in manipüle edilmediğinden nasıl emin olacağız?”

Pazar yerinde Papatya Hanım’la yüzleşen Zeynep, sakin ama kararlıydı. “Benim hakkımda yalanlar yaymaya devam ederseniz, papazı bulup araya girmesini isteyeceğim. İftira günahtır, Papatya Hanım, yoksa unuttunuz mu?” Zeynep, kendini eylemlerle savundu ve kasaba halkına güçlü bir mesaj verdi: O ezdirilmeyecekti.

Zeynep’in bu savunması, Mehmet’i derinden etkiledi. O gece, mutfakta valilikleri konuşurken, Mehmet ona minnettarlıkla sarıldı. Bu, bir işverenin çalışanına sarılışı değildi; bu, tamamen yalnız olmadığını bilmeye ihtiyacı olan iki hayat arkadaşının sarılışıydı.

Senin burada olduğun için minnettarım, anladığın için,” diye mırıldandı Mehmet saçlarına karşı.

 

VIII. Yeni Bir Başlangıç ve İkinci Bir Anne

 

Sonraki haftalarda, Zeynep ve Mehmet arasındaki ilişki kaçınılmaz olarak değişti. Karşılıklı saygı ve minnettarlığın ötesine geçen ince bir çekimdi bu. Mehmet, artık ev işleri için endişelenmesi gerekmediğinden, Zeynep’e daha fazla zaman ayırmaya başlamıştı.

Bir akşam, Zeynep, Mehmet’e olan duygularını kabul ettiğini fark etti. Bu, sadece mantık veya minnettarlık değildi; bu, aşk idi. Ancak, Mehmet Kaya’nın üzerindeki yük büyüktü. Bir sabah, bankadan geldiğinde yüzü asıktı. Borçları vardı ve çiftlik zor durumdaydı.

Zeynep, hemen bir çözüm ortağı gibi davrandı. Konserve işini büyüterek ek gelir sağlamayı teklif etti. Mehmet, bu pratik desteği görünce rahatladı. Ancak duygusal meseleler hala çözülmemişti.

Seni o yolda bulduğumda sadece bir iş teklif ettiğimi sanmıştım. Ama sen hayatıma girdin ve her şeyi değiştirdin. Ve ben sana aşık oldum, Zeynep,” diye itiraf etti Mehmet.

Zeynep, yaşlar içinde ona karşılık verdi: “Ben de seni seviyorum. Ve kızlarını seviyorum. Burası benim evim oldu.

Mehmet, öpücükten sonra, durumu usulüne uygun hale getirmekte kararlıydı. Eski eşi Canan’ın terk etme hakkı olsa da, Zeynep’in bu ailenin parçası olmayı seçme hakkı vardı.

Aylar sonra, Mehmet sebze bahçesinin ortasında diz çöktü ve Zeynep’e evlenme teklif etti. Bu, büyükannesine ait sade bir yüzükle yapılan, dürüst ve toprağa bağlı bir teklifti. “Kızlarımın resmi annesi olma, benimle bu çiftlikte bir hayat inşa etme şerefini bahşeder misin?

Zeynep, evet dedi.

Düğünleri, sade ve samimi bir törenle, kasaba halkının katılımıyla gerçekleşti. Beş kızı, Elif’in rehberliğinde, birer nedime olarak yanlarında durdu. Zeynep, yemin ederken, artık sadece bir ev işçisi olmadığını, seçilmiş bir aileye ait olduğunu biliyordu.

Yıllar sonra, Zeynep, Mehmet ve altı çocuğu (aralarına katılan küçük oğulları Mikail ile birlikte) çiftlikte huzur içinde yaşıyordu. Zeynep’in konserveleri meşhur olmuştu, çiftlik gelişiyordu. Elif, üniversiteye gitti, her biri kendi hayallerini inşa eden kızlar büyüdü.

Zeynep, torunları Yahya’yı kucağına alırken, Mehmet’in yanında duruyordu. Düğünlerindeki sözleri hatırladı: Aşk, ihtiyaçtan doğabilirdi; aileler, seçimle kurulabilirdi; ve bazen her şeyi kaybetmek, gerçekten ihtiyacın olan her şeyi bulmanın ilk adımıydı. Onlar, birbirlerini bulmak için yaratılmışlardı.

.

Related Posts

Our Privacy policy

https://rb.goc5.com - © 2025 News