Camdan Bir Kulede: Gece, Sırlar ve Bir İkinci Şansın Hikayesi

Camdan Bir Kulede: Gece, Sırlar ve Bir İkinci Şansın Hikayesi

Lawon Tower’ın camdan devasa gövdesi, şehri bir hayalet gibi izliyordu. Yükseklerden bakınca, Madrid’in geceye teslim olmuş sokakları, sarı ışıklarla örülmüş bir ağ gibi gözüküyordu. Saat gece 11:30’u gösteriyordu ve binanın 34. katında, sessizlik neredeyse elle tutulacak kadar yoğundu. Sanki her gölge, bir sır saklıyordu; her nefes, bir suçluluk barındırıyordu.

Veronica Lawon, babasının mirası olan şirketin en büyük odasında, siyah deri kanepede uzanıyordu. Nefesi sakin, kontrollüydü; ama içindeki fırtına, yüzüne yansımıyordu. Gözleri kapalıydı, ama zihni bir saat gibi çalışıyordu. Her kalp atışı, göğsünde bir çekiç darbesi gibi yankılanıyordu. “Hareketsiz kal. Daha derin nefes alma. Bekle.” diye kendini telkin ediyordu.

Odanın köşesinde, bir masa üzerinde küçük, gümüş renkli bir USB bellek duruyordu. Zararsız görünüyordu ama içindeki bilgiler, bir tuzak kadar tehlikeliydi. O gece, Veronica artık şüpheyle yaşamak istemiyordu. Şirketteki finanslardan sorumlu olan adam, her sabah güler yüzle selam veren, kızıyla ofise gelen ve çalışanların çocuklarıyla sohbet eden Caleb Donovan, ona ihanet ediyor olabilirdi.

Haftalarca kendine “O olamaz,” demişti. “Böyle biri, asla.” Ama rakamlar ve gizli bilgi sızıntıları yalan söylemiyordu. Saat gece 23:46’da, kapıdan gelen hafif bir bip sesiyle Veronica’nın omurgasından bir ürperti geçti. Kapının açıldığını duymuştu. Halı üzerinde belirgin, erkek adımları ilerledi. Gözlerini açmasına gerek yoktu; kim olduğunu biliyordu.

Caleb, ışığı açmadan içeri girdi, kapıyı dikkatlice kapattı. Birkaç saniye boyunca sadece nefesi duyuldu. Sonra, hiç tereddüt etmeden masaya yöneldi, ona bakmadı bile. O doğal güven, Veronica’yı en çok inciten şeydi. Bir çekmecenin metalik klik sesi, odadaki sessizliği böldü. Veronica’nın karnındaki kaslar gerildi. Kağıtların hışırtısı, ardından bir telefon kamerasının tıkırtısı… Bir fotoğraf, bir tane daha, bir tane daha. Her fotoğraf sesi, Veronica’nın göğsünde birer yumruk gibi patlıyordu. Parmakları titriyordu, ama hareketsiz kalmaya zorladı kendini. “İşte burada,” diye düşündü. “Sonunda onu yakaladım.”

Ama birden, başka bir ses duyuldu. Elektronik, düşük bir vızıltı. Caleb bir cihazı hareket ettiriyordu; ses yükselip alçalıyordu. Veronica gözlerini kırıştırdı, ama açmadı. Bu, bir kamera sesi değildi; bir mikrofon dedektörüydü. Bir an için kalbi durdu. “Mikrofon mu arıyor, yoksa yerleştiriyor mu?” diye düşündü.

Vızıltı, kanepeye yaklaştı, Caleb’in nefesi Veronica’nın yüzüne kadar ulaştı. Hafif bir sabun ve eski deri kokusu aldı burnuna. Sonra Caleb, neredeyse bir fısıltıyla, “Affet beni Veronica, ama gerçeği bilmem gerek,” dedi. Veronica’nın göğsünde bir boşluk oluştu. “Hangi gerçeği?” diye düşündü.

Gözlerini hafifçe araladı, ve gördüğü görüntü, zihninde bir fotoğraf gibi kazındı. Caleb, yan masanın yanında diz çökmüş, küçük bir siyah cihazı elinde tutuyordu. Mobilyanın altından kendi sakladığı mikrofonu çıkardı. Ve o anda, Caleb’in boynunda parlayan bir zincir ve plaka dikkatini çekti. Telefonun ışığıyla plakadaki yazıyı okudu: “Donovan C. USMC FBI.”

Dünya durdu. Bir, iki, üç saniye boyunca nefes alamadı. Caleb bir şirket casusu değil, bir FBI ajanıydı ve onu, Veronica’yı araştırıyordu. Bütün şüpheleri, aylarca taşıdığı korkuları bir anda yıkıldı. O, içeriden biri tarafından yok edilmeye çalıştığını sanıyordu. Şimdi anladı ki Caleb de aynı şüpheyle yaşıyordu. İroni acımasızdı. İki insan, aynı ateşin içinde, birbirini düşman sanarak yanıyorlardı.

Caleb, Veronica’nın hafif hareketini fark etti. Göz göze geldiler. Veronica, kanepeden doğruldu, kalbi göğsünde çarpıyordu. Şehir ışıkları, odada iki gölge oluşturuyordu; iki insan, yarım gerçeklerle karşı karşıya.

“Yerinden kıpırdama,” dedi Veronica, sesi beklenmedik şekilde kararlıydı. Caleb yavaşça ellerini kaldırdı, gözlerini ondan ayırmadı. “Senin düşmanın değilim, Veronica,” diye fısıldadı. “O zaman kim olduğunu göster,” dedi Veronica.

Caleb ceketinin içine uzandı, yavaşça bir deri cüzdan çıkardı. Açtı. İçinde FBI kimliği. “Özel ajan Caleb Donovan. FBI Organize Suçlar Birimi.” Sessizlik, binlerce anlamla doluydu. Veronica’nın boğazı kurudu. O gece bir hain yakalamak için plan yapmıştı, ama karşısında bir müttefik bulmuştu. Belki de daha tehlikeli bir şeydi; ona aynı acıyla bakan bir adam.

Veronica ayağa kalktı, kontrolü geri almaya çalıştı. “Ne zamandır FBI için çalışıyorsun?” diye sordu. “Seni tanımadan önce,” dedi Caleb, gözlerini kaçırarak. “Ve bunlar…” USB’yi işaret etti. “Babanın paralarını hâlâ yönettiğine dair kanıt arıyordum.”

Veronica yutkundu. “Ben de aynı şeyi yapıyordum. Senin bilgi sızdırdığını düşünüyordum.” İlk kez aylar sonra ikisi de güldü, acı bir gülüşle. Birbirlerine yaklaştılar. “Eğer aynı taraftaysak, kimin bizi kullanmaya çalıştığını bulmamız lazım,” dedi Caleb.

Veronica, kalbinin hâlâ hızla attığını hissetti, ama korkunun altında yeni bir şey filizleniyordu; sessiz bir anlayış, belki bir umut. Pencereden dışarı bakınca, yakındaki bir binanın saati gece yarısını gösteriyordu. Şehir hâlâ canlıydı, umursamaz; ama iki yabancı, bir dakika önce düşman olan iki insan, şimdi çok daha büyük bir gerçeğe yürüyordu. O gece, oyunun sonu değil, başlangıcıydı.

Sabah olduğunda, Veronica hâlâ aynı odadaydı. Gözlerini hiç kapatmamıştı. Madrid’in gri sabahı, camlardan süzülüp odaya soluk bir ışık bırakıyordu. Her şey, geçmiş ile şimdi arasında asılı kalmış gibiydi; utanç ve hafifleme arasında.

Babasının fotoğrafı, kitaplığın köşesinde hâlâ duruyordu. Arthur Lawon, uzun boylu, kararlı bakışlı, gülümsemesi soğuk bir adam. Lawon Savunma Çözümleri’nin kurucusu, devletin yarısının hayran olduğu bir vizyoner. Ama Veronica için, kravatlar ve suskunluklar arasında bir bilmeceden fazlası olmamıştı.

Cenazesinde, pahalı çiçekler, tütsü ve ikiyüzlülük kokusu vardı. Bakanlar, iş adamları, generaller… Hepsi omzuna dokunup aynı şeyi söylemişti: “Baban gurur duyardı, Veronica. Şimdi sıra sende.” Ama Veronica, kalbi düğüm olmuşken, sadece “Ne mirası? Kan mı, silah mı?” diye düşünmüştü.

Yanında altı yaşındaki kızı Page, elini sımsıkı tutuyordu. “Uyuyor mu anne?” diye sormuştu. Veronica, ölüm kelimesini söyleyememiş, “Evet canım, uyuyor,” diye yalan söylemişti. O yalan, ruhunda bir yara gibi kalmıştı. Çünkü babası asla huzurla uyumamıştı. Servetini, ambargo altındaki ülkelere silah satarak, parayı offshore şirketlerle aklayarak, savaşları besleyerek kazanmıştı.

Cenazeden üç gün sonra, kimliği belirsiz bir kurye, ofise bir paket getirdi. İçinde mektup yoktu; sadece yaşlı bir deri defter, kapağında Arthur Lawon yazılı. Veronica, önce bir hatıra sandı, belki kişisel notlar. Ama açınca, sayfa sayfa kodlanmış isimler, banka transferleri, Kıbrıs ve Panama’daki hesaplar, NATO raporlarından tanıdığı kısaltmalar… Geceler boyunca o defterin başında oturup şifreleri çözdü, tarihlerle bağlantı kurdu. Ne kadar okursa, miras aldığı şirketin ne kadar acımasız ve hassas bir suç makinesi olduğunu daha iyi anladı.

Babasının eski bir telesekreter kaydında şu cümle yankılanıyordu: “Kimseye güvenme, Ronnie. Yönetim kuruluna bile.” O zaman bunu yaşlılık paranoyası sanmıştı. Şimdi, bir uyarı olduğunu anlıyordu. Babası, bir gün onun kirli para izini, sahte ihaleleri, insani yardım adı altında yapılan gizli sevkiyatları bulacağını biliyordu.

Her euro, bir kayıp kurşunun yükünü taşıyordu. Her imza, uzak ülkelerdeki yıkıma destek olabilirdi. Haftalarca odasına kapanıp belgeleri inceledi. Suçluluk, yavaş ama inatçı bir zehir gibi içini kemiriyordu.

Ve bir sabah, geçmiş kapısında belirdi: FBI. Orta yaşlı, ciddi görünümlü bir kadın, ajan Ruiz, Lawon Tower’a geldi. Elinde kalın bir dosya vardı. Veronica’nın karşısına oturdu, bacaklarını profesyonelce çaprazladı ve doğrudan konuştu: “Karachi’yi biliyoruz. Şirketleri biliyoruz. Sevkiyatların resmi kontrollerden geçmediğini biliyoruz.”

Veronica, sessizce dosyaya baktı. İçinde Lowson Defense logolu konteynerlerin siyah beyaz fotoğrafları, silahlı adamlar, babasının imzalı belgeleri, yabancı hesaplar… “Bilmiyordum,” diye fısıldadı Veronica. “Sana inanıyoruz,” dedi Ruiz. “Ama inanç, suçlamadan kurtarmaz. Tek çıkışın işbirliği yapmak.”

Böylece FBI’ın bir parçası oldu. Aylarca, şirketin dul patronu rolünü oynadı, toplantıları gizlice kaydetti, bilgi sızdırdı. Her kokteyldeki gülümsemesi bir ihanetti, her imza bir riskti. Ve bu sırada, şirket içinden biri, rakip Granite Dynamics’e bilgi sızdırmaya devam etti. Görünmez bir sızıntı, Veronica’yı batmadan önce kurtulamayacağı bir uçuruma sürüklüyordu.

Tam o sırada Caleb Donovan sahneye çıktı. Yönetim kurulu onu finans direktörü olarak büyük bir törenle işe aldı. Olgun, sakin, geçmişi belirsiz bir adam. ABD’de danışmanlık yapmış, verimli, sessiz, kusursuz. Başta Veronica, ona fazla dikkat etmedi. Onun dünyası denetimler, gizli FBI görüşmeleri ve ajanın talimatlarıyla doluydu.

Ama zamanla, Caleb’in varlığı bir şeyleri değiştirdi. Onun sabrı, acımasız iş temposuna karşı bir huzur gibiydi. Özellikle astım hastası kızı Hazel’e gösterdiği şefkat, Veronica’yı etkiledi. Kızı Page ve Hazel, kreşte birlikte oynar, gülüşür, renkli kalemleri paylaşırdı. Büyüklerin sırtında ise, onları yok edebilecek sırlar vardı.

Bir süre için, insani temas ona bir nefeslik huzur verdi. Cuma akşamları Caleb ve kızlarıyla yemek yemek, bir aile hayali gibi oldu. Ta ki, kapısının altından bir not gelene kadar: “CFO’n her perşembe 19:00’da Cedro’da, Atocha istasyonunda buluşuyor. Dizüstü bilgisayarına bak.” O andan itibaren, şüphe zehri tekrar damarlarında dolaşmaya başladı.

Sunucu erişim kayıtlarını inceledi. Caleb, son iki ayda 14 kez gizli dosyalara girmişti. Çok fazla tesadüf. Ruiz’in sesi beyninde yankılandı: “O ise, kesin kanıt lazım.” Böylece, Veronica bir tuzak hazırlamaya karar verdi. Sahte belgeler, sahte hesaplar, göz önünde bırakılmış bir USB, ve şehir dışında olduğu izlenimi…

O gece, kanepeye uzanıp nefesini tuttu. Kamera kayıtları, gece yarısı Caleb’in geldiğini gösterdi. Gerisi, FBI plakası, aynadaki yansıma, ve iki taraflı bir casusluk oyunu…

O sabah, Veronica, geçmişiyle yüzleşmişti. Babası ona hep “Güvenme,” demişti. Şimdi anlıyordu ki, o güven eksikliği, onun tek sevme biçimi olmuştu. Bir kahve daha aldı, Madrid’e baktı. Şehir uyanıyordu, ama içinde bir şey sonsuza kadar değişmişti.

Defteri en derin çekmecesine koydu. “Babamın hikayesini tekrar etmeyeceğim,” diye söz verdi. Ama zihninin bir köşesinde, “Artık çok geç,” diyen bir ses vardı.

Haftalar boyunca Caleb’in yüzü hayatında sabit bir yer edindi. Önce fark etmedi, sonra rutininin arasına sızdığını anladı. Asansörde bir selam, kafeteryada bir sohbet, geç gelen raporlarda bir bakış… Onun sakinliği, diğer yöneticilerin soğuk kibriyle çarpıcı bir tezat oluşturuyordu. Caleb, bağırmaz, övünmez, dikkatle dinlerdi. O sakinlik, fırtına görmüş insanların özelliğiydi.

Bir sonbahar günü, Veronica onu yağmurdan sırılsıklam halde gördü. Koyu ceketi ıslanmıştı, ama hâlâ gülümsüyordu. Hazel, boynunda inhalatörü ve büyük kırmızı montuyla kreşe koştu. Veronica, ofisten izlerken, bir kıskançlık ve şefkat karışımı hissetti. O, nasıl bakılacağını biliyordu. Veronica ise, yalnızca direnmeyi biliyordu.

O gün, kafeteryada karşılaştılar. “Şemsiyesiz gelmek için kötü bir gün,” dedi Veronica, sessizliği bozmak için. “Biliyorum,” dedi Caleb. “Ama Hazel, okula gitmeden önce ışıkları görmek istedi. Hayır diyemiyorum.” Yorgun ama nazik bir gülümsemesi vardı. Veronica karşısına oturdu. “Nasıl başarıyorsun?” dedi aniden. “Baba olmak, burada çalışmak, gülümsemek… Her şey kolay gibi.”

Caleb, içten bir kahkaha attı. “Kolay değil. Ama en önemli şeyi kaybedince, kalanları basitleştirmeyi öğreniyorsun.” O cümle, Veronica’nın aklında kaldı. Sonradan Ruiz, Caleb’in eşini Hazel’in doğumunda kaybettiğini anlatacaktı. O günden beri, kızına tek başına bakıyordu.

Aylar geçtikçe, aralarındaki ilişki işten fazlasına dönüştü. Caleb, yönetim kurulunda, işçileri koruyan kararlar savunuyordu. Veronica, onun dürüstlüğüne inanmak istiyordu, ama FBI gölgesi, babasının sırları, hep bir adım geride tutuyordu.

Bir cuma, Page ve Hazel, ofise girip “İki kraliçeli kale yaptık, hiç kral yok!” dediler. Yetişkinler şaşırıp güldü. O günden sonra, Cuma günleri, birlikte parkta yürümek, ördekleri beslemek, şehirden uzaklaşmak bir ritüel oldu.

Veronica, kendindeki değişimi fark etti; daha iyi uyuyordu, daha çok gülümsüyordu, gereksiz mailleri yanıtlamıyordu. Babasının sesi, yavaş yavaş siliniyordu.

Bir gece, Page’in okul gösterisi için kostüm hazırlarken Caleb’ten bir mesaj geldi: “Teşekkürler. Hazel uzun zamandır böyle gülmemişti.” Veronica kalbi hızla atarak cevapladı: “Kızlar bizden daha iyi anlaşıyor. Biz de öğrenmeliyiz.” Ertesi gün, Caleb ona bir termos kahve ve Hazel’in çizdiği “El ele tutuşan iki yetişkin ve iki çocuk” resmini getirdi. O resim, aylarca ofisinin panosunda kaldı.

Ama huzur uzun sürmedi. Veronica, Caleb’in gizli dosyalara gece eriştiğini fark etti. Kafasında, Hazel’e kahvaltı hazırlayan, yağmurda ıslanan, çocuklarla gülen Caleb’in görüntüsü, gece bilgisayar başında veri kopyalayan Caleb’le çarpışıyordu.

Bir gece, son kararını verdi. Sahte belgeler, casus yazılımlı USB, gizli mikrofon, ve kendi varlığı… Saat 23:47’de, Caleb yine geldi. Masaya yöneldi, fotoğraf çekti. Sonra mikrofon dedektörüyle arama yaptı. Veronica’nın sakladığı mikrofonu buldu. Boynundaki FBI plakası parladı.

Veronica, aniden doğruldu. Caleb, refleksle ceketine uzandı. “Kımıldama,” dedi Veronica, sesi titremiyordu. “Kimliğini göster.” Caleb, yavaşça FBI kimliğini çıkardı. Veronica, “Ben de FBI ile çalışıyorum,” dedi. “Ruiz beni altı ay önce işe aldı.”

Caleb’in yüzü şaşkınlıkla değişti. “Sen… Sen ajanın ta kendisisin. Ben de gizli ajandım.” İkisi, bir süre sessiz kaldı. Aynı düşmanı, birbirinden şüphe ederek kovalamışlardı.

Tam o anda, Caleb’in telefonu uyarı verdi: “Lawson Defense sunucularına yetkisiz erişim.” Monitörde, üç kat aşağıda bir figür, siyah ceketli, hızlı hareketlerle sunucu odasında… “Brin… Asistanım…” dedi Veronica. Caleb hemen Ruiz’i aradı. “Görüş alanında, içerdeki köstebek.”

Veronica onu durdurdu: “Şimdi yakalarsak, sadece piyonu buluruz. Kuklacıyı görmemiz lazım.” Monitörde, Brin bir disk sürücüyü ceketine koyup acil çıkıştan ayrıldı. Dış kameralar kapanmıştı. Sessizlik ağırlaştı.

Caleb, “Biri bizimle değil, bize karşı oynuyor,” dedi. Veronica, o gece kaderlerinin birleştiğini anladı. Artık seçim değil, hayatta kalmak için birlikteydiler.

Yağmur, gece yarısı şehre vuruyordu. Caleb, Brin’in arabasına bir hafta önce takip cihazı yerleştirmişti. “Güvenmiyordum,” dedi. “Sanırım bunda ortakız.” Verónica, “O zaman birlikte gideceğiz,” dedi.

Sanayi bölgesinde eski depo, Brin’in arabası kapalı. Caleb, tabancasını gösterdi. “Bir tane. Kullanmak istemem.” Veronica, “Ben de ölmek istemem,” dedi.

Depoda, Brin diski bir laptopa takmış, veri aktarımı başlamıştı. “Yapma Brin,” dedi Veronica. Brin, “Anlamıyorsun. Hayatta kalmak için çalışıyorum,” dedi. Caleb, “Kimin için?” diye sordu. “Garret Finch,” dedi Brin. Veronica’nın babasının en yakın arkadaşı, şirketin danışmanı…

“Yalan söylüyorsun,” dedi Veronica, sesi titrek. “Keşke öyle olsa,” dedi Brin. “Granite Dynamics, babanın mirasının devamı. Garrett yönetiyor.” O anda, silah sesleri depoyu doldurdu. Caleb, Veronica’yı yere çekti, Brin yaralandı. Dışarıda, arabaların farları yandı. Brin, “Garret, kızlarınızı biliyor,” dedi. Sonra bayıldı.

Veronica, “Kızımı beklemeyeceğim,” dedi. Caleb, “Hazel’i de biliyorlar.” İkisi, arabayla depodan uzaklaştı.

Bir depo daha. İçeride, Page ve Hazel elleri bağlı, korku içinde. Veronica, “Page!” diye bağırdı. Kızı, gözleri yaşlı, “Anne!” dedi. Hazel’in nefesi kesiliyordu. Caleb inhalatörü yetiştirdi. O anda, Garret Finch ortaya çıktı. Silahı Caleb’e doğrulttu. “Babanın bitiremediğini ben bitirdim. Granite benim. Sen de, Veronica, her şeyin sonu olacaksın.”

Veronica, “Kızları bırak!” dedi. Garret, “Onlar sizin aptalca hareketlerinize karşı teminat.” Caleb, “Hazel ölecek, inhalatör lazım,” dedi. Garret, “O zaman hızlı olur, umurumda değil,” dedi.

Veronica, “Korkaksın Garret. Kızların arkasına saklanıyorsun,” dedi. Garret bir an tereddüt etti. Caleb, bu fırsatı kullanıp saldırdı. Silah düştü, kavga başladı. Veronica, Page’in ellerini çözdü. Hazel’e inhalatörü verdi.

Brin, kanlar içinde, “Garret, her şey bitti!” diye bağırdı. Garret ona ateş etti. Caleb, Garret’i yere serdi. Veronica, USB’yi kırıp devreyi açtı. “Bu bir kayıt cihazı Garret. Tüm tehditlerin kaydedildi. FBI şu anda dinliyor.” Siren sesleri duyuldu. Garret, yakalandı.

Veronica, kızını kucakladı, Caleb Hazel’i korudu. Ruiz, “İyi iş,” dedi. “Her şey elimizde.” Veronica, ilk kez gerçek bir huzur hissetti.

Hastanede, Veronica ve Caleb, kızlarının başında nöbet tuttu. “Hayatımda hiç bu kadar korkmadım,” dedi Veronica. Caleb, “Korku, ne kadar sevdiğini gösterir,” dedi. Bir doktor, “Hazel iyi, 24 saat gözlemde,” dedi. Veronica, “Teşekkürler,” dedi.

Ruiz, “Garret tutuklandı. Her şey çözüldü. Artık dinlenin. Hayatta kaldınız, bu bile yeter.” Veronica, ilk kez babasının gölgesinin azaldığını hissetti.

Lawon Defense resmen kapatıldı. Veronica, babasının defterini yakarak geçmişiyle vedalaştı. Lavapiés’te, Yeni Işık Vakfı’nı kurdu. Artık hayatı silah değil, iyileştirme üzerineydi. Page ve Hazel, vakıfta oynuyor, Caleb yönetimi üstleniyordu. Komşular, “Burası kilise mi?” diye sorduğunda, “Hayır, burada dua edilmez, dinlenir,” dedi Veronica.

Her hikaye, bir ayna oldu. Acı, artık bir işe yarıyordu. Bir akşam, Caleb ona “Bunca acıya rağmen nasıl gülümsüyorsun?” diye sordu. Veronica, “Artık acının işe yaradığını biliyorum,” dedi.

İlk yıl dönümünde, vakıfta küçük bir kutlama yaptılar. Veronica, “Bir yıl önce silah satan bir şirketi kapattım. Bugün, görünmeyen yaraları iyileştiren bir yer açtık. İmkânsız görünen bir şeye inandığınız için teşekkürler,” dedi.

Caleb ona küçük bir ahşap heykel verdi: El ele tutuşan iki çocuk. “Ne olursa olsun, önemli olan bu,” dedi. Veronica, gözleri dolu dolu, “Teşekkürler,” dedi.

O gece, balkonda, Madrid’in ışıklarına bakarken, artık geçmişin acısı yoktu. Sadece bir yara izi vardı; ona dokununca acımayan, kabullenilmiş bir iz.

Bir gazeteci, “Babanıza ne söylerdiniz?” diye sorduğunda, Veronica, “Artık senden korkmuyorum. Seni affettim. Bana miras olarak şirketi değil, yeniden başlama gücünü bıraktın,” dedi. “Şu anda fırtınada olanlara ne söylersiniz?” diye sorunca, “Vazgeçmeyin. Karanlıkta bile bir ışık var. Bazen bir insanda, bazen kendi içinizde. Aramaya cesaret edin,” dedi.

O gece, Veronica bir mum yaktı. “Bu bir söz,” dedi Caleb’e. “Her kim umudunu kaybederse, hayatın ikinci bir şans sunduğunu bilsin.” Caleb, onu arkadan sardı. Birlikte, Madrid’in uyuyan şehrine bakarak, evin sıcaklığını hissettiler.

Geçmiş, artık bir yük değil, bir yoldaş olmuştu. Sevgi, korkusuzca yaşanabilir hale gelmişti. Ve Veronica, bir yıl önce kaybettiği her şeyin, aslında ona gerçek hayatı öğrettiğini biliyordu.

Related Posts

Our Privacy policy

https://rb.goc5.com - © 2025 News