Bir Günlük Rol, Bir Ömürlük Gerçek
Sabah güneşi parkın çimenlerine altın gibi dökülüyordu. Cemre Yalın, üç yaşındaki kızı Elif’in kelebeklerin peşinden neşeyle koşuşunu izliyordu. Sessiz bir mutluluktu bu; kaybettiği eşinden sonra iki yıldır kurmaya çalıştığı huzurlu, küçük dünyanın parçasıydı. Elinde eskimiş bir çizim defteri vardı, kalemi kâğıda değdiğinde dünya duruyordu sanki.
O sırada gölgesinin üstüne düştüğünü fark etti. Başını kaldırdığında, koyu renk takım elbiseli bir adam duruyordu karşısında. Yüzü yorgun, bakışları kararsızdı. Ama o gözlerde gizli bir zarafet, bastırılmış bir kibarlık vardı.
“Affedersiniz,” dedi adam, sesi çatallıydı. “Bu çok saçma gelecek ama… size bir şey sormam gerekiyor. Lütfen polisi aramayın.”
Cemre’nin içgüdüleri anında devreye girdi. Gözleri, çimenlerin öte tarafında koşan Elif’e kaydı. Adam bunu fark edip hemen ekledi:
“Korkmayın. Size zarar vermem. Sadece… biraz çaresizim.”
Cemre kalemini kapattı. “Ne istiyorsunuz?”
“Adım Mert Korhan,” dedi adam. “Bugün ailemle bir toplantımız var. Annem yıllardır beni evlendirmeye çalışıyor. Üç farklı ‘uygun’ kızı davet etmiş. Ben… artık bu baskıya dayanamıyorum. Bu yüzden yalan söyledim. Dedim ki, ‘Bir kız arkadaşım var.’ Ama yok. Ve iki saat içinde, o hayalî kız arkadaşla birlikte orada olmam gerekiyor.”
Cemre kaşlarını kaldırdı. “Benden ne istiyorsunuz?”
Mert derin bir nefes aldı.
“Sizden, bir öğleden sonra için o sevgiliyi oynamanızı istiyorum.”
Bir anlık sessizlik. Cemre’nin yüzünde şaşkınlıkla öfke karışımı bir ifade belirdi. “Şaka mı bu?”
“Hayır. Tam ciddiyim. Üstelik kızınız da gelebilir. Annem çocukları çok sever, bu da her şeyi daha inandırıcı yapar.”
Cemre ayağa kalktı. “Benimle ve kızımla dalga mı geçiyorsunuz?”
“Hayır!” dedi Mert hemen. “Sadece… beş bin dolar vereceğim.”
Cemre duraksadı. Kalbi hızla çarpmaya başladı. Beş bin dolar, onun için devasa bir rakamdı. Elif’in üç aylık kreş ücreti, yeni bir dizüstü bilgisayar, hatta birkaç aylık nefes almak demekti.
“On bin,” dedi soğukkanlı bir sesle.
Mert şaşırdı. “Ne?”
“On bin dolar. Eğer kızımı bu saçmalığa dahil edecekseniz, değmeli.”
Adam gülümsedi — yorgun ama içten bir gülümsemeydi.
“Tamam,” dedi. “On bin dolar. Bir öğleden sonra için sevgilim olacaksın.”
Bir saat sonra Cemre, küçük dairesindeki aynanın karşısında duruyordu. Üzerinde açık mavi bir elbise vardı. Mert, “Annem fark eder,” diyerek onu bir butiğe götürmüş, oradan bu zarif elbiseyi ve Elif için pembe bir kıyafet almıştı. Elif elbisesinin eteğini döndüre döndüre gülüyordu.
“Anne, ben prenses oldum!”
Cemre gülümsedi. “Evet tatlım, bugün küçük bir oyundayız.”
Ama arabaya bindiklerinde kalbinde bir düğüm oluştu.
“Bunu neden yapıyorum?” diye düşündü. “Bir yabancı için yalan söylemek… üstelik Elif’in önünde.”
Mert direksiyonda, belli ki aynı kadar gergindi.
“Senin hakkında bilmem gereken şeyler var mı?” dedi Cemre.
Mert kısa bir özet geçti: 34 yaşında, teknoloji şirketi sahibi, ailesinin gölgesinden çıkamayan bir adam. Golf oynamaktan nefret ediyor, gizliden gizliye yemek yapmayı seviyordu.
“Peki ya sen?” diye sordu sonra.
Cemre başını çevirdi.
“Otuz yaşındayım. Kocamı iki yıl önce trafik kazasında kaybettim. Kızımla yaşıyorum. Serbest tasarımcıyım. Hayatım çok basit. Belki de fazla.”
Mert’in sesi yumuşadı. “Üzgünüm.”
“Ben alıştım,” dedi Cemre. “Hayat devam ediyor.”
Korhan Malikânesi’ne geldiklerinde, Cemre’nin midesi kasıldı. Bahçede şelaleler, çiçekli yollar, pahalı arabalar… Burası onun dünyası değildi.
“Hazır mısın?” diye sordu Mert.
“Sanırım,” dedi Cemre, ama sesi çıkmadı.
Kapı açıldığında onları, Mert’in annesi Perihan Hanım karşıladı. İnce belli fincan gibi zarif, ama bakışları keskin bir kadındı. Cemre’yi baştan aşağı süzdü.
“Demek sevgilin sensin,” dedi ölçülü bir tebessümle.
Cemre gülümsedi. “Evet, memnun oldum.”
Ama o anda Elif eteğine yapıştı. Kadının yüzü aniden yumuşadı.
“Bu güzel kız kim?”
“Elif, benim kızım.”
Perihan Hanım eğildi, Elif’in göz hizasına indi.
“Ne tatlı bir çocuk. Gel bakalım, bahçedeki ördekleri görmek ister misin?”
Elif annesine baktı, Cemre başını salladı.
“Git tatlım, ama uzağa değil.”
O an gerilim biraz dağıldı.
Mert ve Cemre el ele yürürken, aralarında beklenmedik bir sıcaklık oluştu. Bu sahte oyunun içinde, birbirlerine doğal davranıyorlardı.
Cemre, “Sen bunu çok iyi oynuyorsun,” dedi.
Mert gülümsedi. “Sen de öyle. Sanki gerçekten…”
Cümlesini yarıda kesti.
“…birlikteymişiz gibi mi?” diye tamamladı Cemre.
Mert sadece başını eğdi.
Akşamüstü, bahçedeki iskelede oturuyorlardı. Elif, Cemre’nin omzunda uyuyakalmıştı. Güneş batarken gökyüzü turuncuya döndü.
Perihan Hanım yanlarına geldi.
“Yanınıza oturabilir miyim?”
Cemre gergin bir şekilde başını salladı.
Kadın bir süre sessiz kaldı, sonra sordu:
“Aslında oğlumla çıkmıyorsun, değil mi?”
Cemre’nin kalbi sıkıştı. “Ne demek istiyorsunuz?”
“Ben kırk yıllık evliyim,” dedi kadın gülümseyerek. “Gerçek sevgiyi de, sahte sevgiyi de anlarım. Siz ikiniz… oynuyorsunuz.”
Cemre’nin yüzü kıpkırmızı oldu.
Ama kadın elini kaldırdı.
“Korkma, kızmıyorum. Aksine… rahatladım. Çünkü bugün oğlumun gülüşünü uzun zamandır ilk defa gördüm. Ve o gülüş senin yanında oldu.”
Cemre başını eğdi. Kadın devam etti:
“Belki şu anda sadece bir rol oynuyorsunuz. Ama ben aranızda bir şeyin filizlendiğini hissediyorum. Gerçek olan bir şey.”
Ayağa kalktı.
“Bundan sonra ne olur bilemem. Ama bir anne olarak biliyorum ki, oğlum ilk kez birine insan gibi bakıyor — etiket, para, soyadı olmadan.”
Cemre suskundu. Kadın uzaklaştıktan sonra Mert geldi.
“Annem sana ne dedi?”
Cemre gülümsedi. “Gerçeği biliyor.”
Mert’in yüzü bembeyaz oldu. “Ne? Nasıl?”
“Anneler her şeyi anlar. Ama kızmadı. Sadece… bizim sahte oyunumuzun gerçek olabileceğini söyledi.”
Mert bir süre sessiz kaldı. Sonra, “Belki haklıdır,” dedi.
“Ne demek istiyorsun?”
“Ben seni üç kez parkta gördüm. O gün seni tesadüfen bulmadım. Hep kızına nasıl baktığını, gülüşünü izledim. Gerçek bir sevgi gördüm orada. Ve ben… o gülüşü hayatıma istedim.”
Cemre’nin kalbi hızlandı.
“Sen bana yalan söyledin,” dedi fısıltıyla.
“Evet, ama doğru bir yalan söyledim. Çünkü seni tanımak istedim.”
Bir an sessizlik. Ardından Mert, elini Cemre’nin eline koydu.
“Yarın o parayı vereceğim,” dedi. “Ama onun yerine sana başka bir teklifim var.”
“Nedir?”
“Yarın bir akşam yemeğine gel. Bu kez oyun değil. Gerçek bir randevu olarak.”
Cemre güldü.
“Peki, ama on bin doları yine alırım. Çünkü bugünkü yalanın içinde bile kızımın kalbini kazandın.”
Mert kahkaha attı.
“Elif’in gülüşü zaten her şeye değerdi.”
Aradan aylar geçti.
Mert artık sık sık Cemre’nin mütevazı evine geliyordu. Elif’e salıncakta itme yarışı yapıyor, Cemre’nin fırınladığı kekleri “hayatımda yediğim en güzel şey” diye övüyordu.
İlk defa, Mert iş konuşmuyor, rakam değil, kahkaha topluyordu.
Cemre’nin dünyasında, başarı Excel tablosunda değil, mutfakta kızaran keklerdeydi.
Bir yıl sonra, parkta yeniden buluştular. Aynı bank, aynı güneş, aynı gökyüzü.
Mert diz çöktü.
Elif’in elinde küçük bir kutu vardı.
“Bir günlüğüne sevgilim olmayı kabul ettin,” dedi Mert. “Şimdi soruyorum: Bir ömür boyu karım olmayı kabul eder misin?”
Cemre’nin gözlerinden yaşlar süzüldü.
“Elbette,” dedi. “Ama hâlâ o parayı borçlusun.”
Mert güldü.
“Elif’in gülüşüyle faiziyle ödedim.”
Altı ay sonra, nikâhları yine o parkta kıyıldı. Elif, pembe elbisesiyle çiçek saçarken, Perihan Hanım ön sırada gözyaşlarını sildi.
Yanındaki komşuya dönüp fısıldadı:
“Ben demiştim. Onlarınki sahte başlamış olabilir ama gerçek bitti.”
Güneş batarken Cemre, Mert’in elini tuttu.
“Biliyor musun,” dedi, “bazı hikâyeler para için başlar ama kalp için biter.”
Mert başını eğdi, gülümseyerek.
“Ve bazen en güzel başlangıçlar, en tuhaf tekliflerle olur.”
Elif koşarak yanlarına geldi.
“Anne, baba! Bak, kelebekler yine uçuyor!”
Üçü birlikte gökyüzüne baktı.
Renk renk kanatlar süzülüyordu.
Cemre o an anladı:
Hayatın en beklenmedik oyunları, bazen kaderin planladığı gerçek sahnelerdir.
Ve bazı roller — bir kez kalpten oynandığında — artık rol olmaktan çıkar.