Yağmur Altında Oğluna Sarılan Kadın… Polis Kapıya Vurduğunda: “Cinayetle Tutuklusunuz.”
Yağmur, geçmişi hatırlıyormuş gibi öfkeyle yağıyordu. Damlalar, teneke çatının üzerine sanki gökyüzü içeride yaşananları silmek istermiş gibi çarpıyordu.
Elif, oğlu Kerem’i göğsüne bastırdı. Küçük çocuk titriyordu — soğuktan mı, korkudan mı, bilmiyordu. Dışarıda, sirenlerin yankısı, paslı oluklardan akan suyun sesiyle karışıyordu.
Ve sonra, üç sert vuruş duyuldu kapıda.
— Bayan Elif Yılmaz — dedi kararlı, sert bir erkek sesi —. Kapıyı açın. Cinayetle tutuklusunuz.
Elif gözlerini kapattı. Ağlamadı. Sadece çocuğunun alnını öptü.
Çünkü hayat senden her şeyi aldığında, korkunun bir anlamı kalmaz.
Elif, şehrin en zengin ailelerinden biri olan Demir ailesinin konağında temizlikçiydi.
On beş yıl boyunca patronun gömleklerini ütüledi, çocuklarına baktı, davetlerinde yemek yaptı, mermer zemindeki pahalı ayakkabı izlerini sildi.
Onlar için görünmezdi.
Sadece bir şey eksildiğinde, kirlendiğinde veya bir iyilik istediklerinde var olurdu.
Beyefendi ona “Elifçik” derdi, küçümseyen bir gülümsemeyle.
Eşi Aslı Hanım gözlerine hiç bakmazdı.
Ve oğulları Mert — Kerem’le aynı yaşta — küçük çocuğa şöyle derdi:
“Biliyor musun, annen benim hizmetçim.”
Elif gururunu yutardı. Korkak olduğu için değil, oğlunun kaybedilmiş bir kavga yerine daha iyi bir hayatı hak ettiğini bildiği için.
Kazandığı her kuruşu Kerem’in okuluna saklardı.
“Okuyacaksın oğlum,” derdi, “kimsenin ayakkabısını temizlemeyeceksin.”
Ama bir gün, sahte denge yıkıldı.
O akşam, Demir ailesi nişan partisi düzenlemişti.
Salon, altın ışıklarla ve boş kahkahalarla doluydu.
Elif mutfakta yemeği hazırlıyordu ki, bir çığlık duydu.
— Mert! — diye bağırdı Aslı Hanım. — Ne yaptın sen?!
Elif salona koştu.
Mermer zeminin ortasında genç bir kız — Ayşe, garson — yüzü bembeyaz, bluzu yırtılmış halde ağlıyordu.
Ve karşısında, patronun oğlu Mert, elleri titreyen, yüzü kıpkırmızı bir halde duruyordu.
Elif o an ne olduğunu anladı.
Ve o evde adaletin her zaman bir bedeli olduğunu da.
— Aslı Hanım… — diyebildi sadece.
Ama zengin kadının bakışları buz kesilmişti.
— Hiçbir şey görmedin Elif. Anlaşıldı mı?
İki gün sonra, Ayşe bir sokakta ölü bulundu.
Gazeteler olayı yazdı ama “Kişisel sebeplerle intihar” dediler.
Elif’in içinde bir şey kırıldı.
Sessizlik, suç ortaklığıydı.
Ve artık suç ortağı olamazdı.
Polise gitti, olanları anlattı, isim verdi.
Ama kimse dinlemedi.
Ertesi gün, Demir ailesi onu suçladı:
“Elif Yılmaz, cinayet zanlısı.”
Tutuklama gecesi, yağmur geri döndü.
Kerem kollarında uyurken kapı çalındı.
— Ne olur… oğluma dokunmayın… — diye yalvardı.
— Hapiste konuşursun, hanımefendi — dedi memur, gözlerini kaçırarak.
Arabaya bindirilirken Elif arkasına baktı.
Kerem, kapı eşiğinde, yağmurun altında ağlıyordu.
Elif gülümsedi.
“Bir gün anlayacaksın,” diye düşündü.
Ama kaderin tuhaf bir adalet duygusu vardır.
İki ay sonra, bir video ortaya çıktı.
Ayşe’nin yakın arkadaşı olan genç bir çalışan, o geceyi kısmen kaydetmişti:
tartışmayı, itişmeyi, çığlıkları.
Videoda Mert Demir’in genç kızı ittiği açıkça görülüyordu.
Sosyal medya ayağa kalktı.
Gazeteler, daha önce sessiz kalanlar, şimdi adalet diye haykırıyordu.
Bir anda, Elif — hizmetçi, zanlı, görünmez kadın — bir simgeye dönüştü.
“Herkes susarken konuşan cesur bir kadın.”
Demir ailesi ülkeyi terk etti.
Elif serbest kaldığında sadece bir şey istedi:
Oğlunu görmek.
Kerem hapishane kapısında onu bekliyordu.
Elinde bir resim vardı: Yağmur altında bir kadın, bir çocuğa sarılmış.
— “Hiçbir zaman seni yalnız bırakmayacağım, hatırlıyor musun?”
Elif sarıldı, bu kez ağladı.
Öfke, korku, geciken adalet için ağladı.
Güneş bulutların arasından çıkarken, yağmur ilk kez temiz görünüyordu.
“Onu fakir olduğu için küçümsediler… ama sonunda onlara gerçek değeri öğretti.”