“BENİMLE GEL” – FAKİR BİR KADIN, ARAP TEKERLEKLİ SANDALYELİ MİLYARDERE BÖYLE DEDİ VE ONU EVİNE GÖTÜR

“BENİMLE GEL” – FAKİR BİR KADIN, ARAP TEKERLEKLİ SANDALYELİ MİLYARDERE BÖYLE DEDİ VE ONU EVİNE GÖTÜR

.
.

Yağmurlu Bir Akşamda Başlayan Umut

İstanbul’un griye çalan gökyüzü, kasım ayının soğuk ve yağmurlu akşamında şehri adeta bir battaniye gibi örtmüştü. Sokaklar ıslak, kaldırımlar kaygandı. İnsanlar, günün telaşından sonra bir an önce evlerine varmak için aceleyle adımlarını hızlandırıyordu. Şehrin bir köşesinde, Kadıköy’deki eski bir otobüs durağında Ece Yılmaz, yorgun ve bitkin bir halde bankta oturuyordu. Elinde temizlik malzemeleriyle dolu bir torba vardı. O gün üç farklı evde temizlik yapmış, akşam da bir ofiste gece vardiyasında çalışacaktı. Annesinin ilaç parasını çıkarmak için sabahtan akşama kadar koşturuyordu.

Gülseren Hanım’ın kalp hastalığı son zamanlarda daha da ilerlemişti. Ece, bazen kendi yemeğinden kısarak annesine daha iyi bakım sağlamaya çalışıyordu. Yağmur şiddetini artırırken, durakta bekleyen insanlar birer birer son otobüslerine binip gitmişti. Ece, saatine baktı; son otobüsün gelmesine on dakika vardı. Etrafında kimse kalmamıştı. Tam o sırada, durağın köşesinde bir gölge dikkatini çekti. Yağmurun altında, tekerlekli sandalyede hareketsiz oturan bir adam vardı. Başı öne düşmüş, vücudu sırıl sıklam olmuştu.

Ece, önce tereddüt etti. Belki sarhoştu ya da uyuyordu. Ama bu soğukta ve yağmurda böyle kalmak çok tehlikeliydi. Yavaşça yaklaştı. Adam genç görünüyordu, pahalı kıyafetler giymiş ama tamamen ıslanmıştı. Nefes alıp verdiğini kontrol etti. Hayattaydı ama baygın gibiydi. Ece’nin kalbi hızlandı. Onu burada bırakıp gitmek vicdanına dokunuyordu. “Abi, abi uyanın!” diye seslendi ama tepki alamadı. Cebinden telefonunu çıkardı, ambulans çağırmayı düşündü. Ama hastane masrafları nasıl ödenecekti? Bu adam parası var mıydı, yoksa o da fakir miydi?

O sırada son otobüs geldi. Şoför kornaya bastı. Ece’yi görüp bekliyor gibiydi. Genç kadın otobüse, sonra hareketsiz adama baktı. İçinde bir savaş vardı: Eğer bu otobüsü kaçırırsa gece vardiyasına geç kalacak ve işini kaybedebilirdi. Ama bu insanı burada bırakmak da vicdanına ağır geliyordu. Şoför bir kez daha kornaya bastı. Ece derin bir nefes aldı ve kararını verdi. Tekerlekli sandalyenin arkasına geçti, adamı iterek otobüse doğru götürdü. “Amca bekle!” diye bağırdı şoföre. “Hasta var!” Şoför duraksadı ama Ece’nin kararlılığını görünce yardım etmeye karar verdi. Birlikte adamı otobüse aldılar. Ece onun biletini de kendi parasından ödedi.

Evinin önünde indiklerinde apartmanın merdivenlerini nasıl çıkacağını düşündü. Komşularından yardım istedi. Hacer Teyze ve karşı daireden Mehmet Amca yardıma koştular. Hep birlikte tekerlekli sandalyeyi taşıyarak Ece’nin küçük dairesine çıkardılar. “Kızım bu adam kim?” diye sordu Hacer Teyze merakla. “Bilmiyorum teyze. Durakta bayılmış buldum. Hastaneye götürürüm yarın,” dedi Ece. “Kıyafetleri pahalı görünüyor. Zengin biri olabilir,” diye mırıldandı Mehmet Amca.

Komşular gittikten sonra Ece tek başına kalmıştı. Adam hâlâ baygındı ama nefes alışı düzenliydi. Ece, onun ıslak kıyafetlerini çıkarıp kurulaması gerektiğini biliyordu. Utanarak ama mecburen adamın ceketini ve gömleğini çıkardı. Altında pahalı bir kolye ve saat vardı. Hacer Teyze’nin dediği doğruydu; bu adam zengin görünüyordu. Ece, evdeki tek battaniyeyi getirip adamın üstüne örttü. Sonra mutfağa geçti ve biraz çay demleyip yanına oturdu. Adamın yüzünü daha dikkatli inceledi. Yakışıklıydı, yaklaşık 30’lu yaşlarında görünüyordu. Yüz hatları asil, elleri bakımlıydı. Kesinlikle sokakta yaşayan biri değildi.

Saat geç olmuştu ve annesinden haber yoktu. Gülseren Hanım komşu Fatma Teyze’de kalıyordu, çünkü Ece gece vardiyasına gidecekti. Şimdi ne yapacağını bilemiyordu. İşe gitmezse para kaybedecek ama bu adamı da yalnız bırakamıyordu. Telefon çaldı. Patron Kemal Bey’di. “Ece, neredesin?” diye başladı. “Kemal Bey, çok özür dilerim. Acil bir durum çıktı. Hasta bir insanı evime getirmek zorunda kaldım.” “Ne hastası? Bu işin bir özrü olmaz. Yarın gelme, işin yok.” Hat kesildi. Ece telefona baka kaldı. İşsiz kalmıştı. Üstelik bu ayın kirası henüz ödenmemişti ve annesinin ilaç parası da yoktu.

O sırada adam hafifçe kımıldandı. Gözlerini araladı, etrafına bakınmaya çalıştı. Ece hemen yanına koştu. “Nasılsınız? Kendinizi nasıl hissediyorsunuz?” Adam onu görünce şaşkınlıkla karışık bir korku belirdi gözlerinde. Konuşmaya çalıştı ama sesi çıkmıyordu. Ece bardaktan biraz su getirdi. “Yavaş yavaş için. Durakta bayılmış buldum sizi. Eve getirmek zorunda kaldım.” Adam suyu içtikten sonra etrafına baktı. Küçük, mütevazı döşenmiş bir oda, eski ama temiz mobilyalar, duvarlarda birkaç fotoğraf. Bu ev, alışkın olduğu lüks villalardan çok farklıydı. “Ben neredeyim?” diye sordu zor bir şekilde. “Benim evimde. İsmim Ece. Siz kimsiniz? Ailenizi arayalım mı?” Adam bir süre düşündü. “Benim ismim Tarik. Ailem yok.” Peki nasıl oldu da durakta bayıldınız? Hasta mısınız?” Tarik, ilaçların etkisini hatırladı. “İlaç kullanıyorum sanırım. Dozajı kaçırdım.”

BENİMLE GEL" - FAKİR BİR KADIN, ARAP TEKERLEKLİ SANDALYELİ MİLYARDERE BÖYLE  DEDİ VE ONU EVİNE GÖTÜR - YouTube

Ece endişelendi. “Hastaneye gitmemiz gerek mi?” “Hayır. Sadece dinlenmeliyim.” Genç kadın ona baktı. Bu adam gizemli görünüyordu ama şu anda hasta ve çaresizdi. İçindeki merhamet duygusu her şeyi bastırıyordu. “Burada kalabilirsiniz. Yarın durumunuz düzelince ne yapacağınıza karar verirsiniz.” Tarik ona şaşkınlıkla baktı. Bu kadın onu tanımıyor, kim olduğunu bilmiyordu ama yine de yardım ediyordu. Böyle bir fedakarlığa alışık değildi. “Neden? Beni tanımıyorsunuz bile.” Ece omuz silkti. “İnsan böyle durumlarda birbirine yardım eder. Size ihtiyacım yok ama siz bana muhtaçsınız.”

Ertesi sabah Tarik, kuş seslerinin ve mutfaktan gelen kahvaltı kokularının arasında uyandı. Uzun zamandır böyle huzurlu bir uykuya dalmamıştı. Ece sessizce kahvaltı hazırlıyordu. Peynir, domates, biraz sucuk ve taze demlenen çay. “Günaydın,” dedi Ece gülümseyerek. “Nasıl hissediyorsunuz?” “Daha iyi, teşekkür ederim.” Tarik etrafına baktı. Gün ışığında ev daha da küçük görünüyordu ama her köşesi sevgiyle düzenlenmiş gibiydi. Kahvaltı sırasında Ece onun hikayesini öğrenmeye çalıştı. Tarik dikkatli cevaplar veriyordu. “İstanbul’a gelmiştim. Kötü haberler aldım ve stres…” Ailesinin baskıları, sürekli evlenme teklifleri, işlerle ilgili anlaşmazlıklar… Tarik gerçekten de ailesinden uzak olmaktan memnundu.

“Ya siz?” diye sordu Tarik. “Yalnız mı yaşıyorsunuz?” Ece’nin yüzü buruştu. “Annemle birlikte yaşıyoruz. Ama o şimdi komşuda, kalp hastası. Sürekli ilaca muhtaç. Ben çalışıp ona bakıyorum.” “Ne iş yapıyorsunuz?” “Temizlik işleri. Ama dün gece yüzünüzden işimi kaybettim.” Ece güldü. “Kemal Bey çok sert biri. Mazeret kabul etmez.” Tarik suçluluk hissetti. “Özür dilerim. Bu benim yüzümden oldu.” “Önemli değil. Başka iş bulurum. İstanbul’da temizlik işi bol.” Bu rahat tavrı Tarik’i şaşırtıyordu. Bu kadın işini kaybetmişti ama sanki büyük bir problem değilmiş gibi davranıyordu.

Ben size yardım edebilirim,” dedi Tarik. “Yani para olarak…” Ece’nin yüz ifadesi değişti. “Hayır, teşekkürler. Para istemiyorum ama size zarar verdim.” “Hayır, vermediniz. Ben kendi kararımla yardım ettim. Karşılık beklemiyorum.” Bu dürüstlük Tarik’i derinden etkiledi. Hayatında herkesten bir şeyler isteyen, ona yaklaşan insanlarla dolu geçmişti. Bu kadın ise tam tersiydi.

Öğlen Ece iş aramaya çıkacağını söyledi. Tarik tek başına kalacaktı. “Gitmeyin,” dedi beklenmedik bir şekilde. “Neden?” “Yani henüz iyileşmedim. Ya tekrar kötü olursam…” Bu aslında bir bahaneydi. Sadece onun yanında olmak istiyordu. Ece düşündü. “Tamam, bugün evde kalırım ama yarın mutlaka iş aramaya çıkmam gerek.” Günü birlikte geçirdiler. Ece ona evi gezdirdi. İki oda, küçük bir mutfak, balkon. Her şey mütevazı ama çok temizdi. Tarik’in villasının bir odasından küçüktü ama burası daha sıcak, daha canlı görünüyordu.

Akşam Ece’nin annesi geldi. Gülseren Hanım 65 yaşında, yorgun ama sevecen bir kadındı. Tarik’i görünce şaşırdı. “Bu genç adam kim kızım?” Ece durumu anlattı. Gülseren Hanım onayladı. “Doğru yapmışsın. İnsana yardım etmek farz.” Akşam yemeğinde üçü birlikte oturdular. Tarik böyle sıradan ama samimi bir aile ortamını hiç yaşamamıştı. Annesinin elinde büyümemiş, dadıların ve hizmetçilerin arasında yetişmişti. Bu sıcaklık ona yabancı geliyordu ama çok hoşuna gidiyordu.

Gece Gülseren Hanım kendi odasına çekildi. Ece salonda Tarik’le yalnız kaldı. İkisi de konuşacak konu arıyordu. “Yarın gerçekten gitmem gerekiyor,” dedi Tarik. “Nereye?” “Kaldığım otele, sonra da memleketime döneceğim.” Ece içinde garip bir boşluk hissetti. Bu iki gün boyunca Tarik’in varlığına alışmıştı. “Anlıyorum ama belki bazen arayabilirim.” “Telefon numaram yok ki. Nasıl yani?” “Hattımı kestirmek zorunda kaldım. Para bulamadım.” Tarik bir kez daha bu kadının durumunu anlıyordu. O milyonları harcarken bu kadın telefon parasını bile bulamıyordu.

O gece ikisi de düşünceliydi. Tarik bu sıradan ama mutlu hayatı bırakıp lüks hapishanesine dönmek istemiyordu. Ece ise bu gizemli adamın gidişiyle evde bir boşluk hissedeceğini biliyordu. Hiçbiri henüz farkında değildi ama hayatları sonsuza dek değişmek üzereydi.

Ertesi sabah Tarik gitmek için hazırlandı. Ece ona küçük bir sandviç hazırladı, yolculuk için bir şişe su verdi. “Teşekkür ederim,” dedi Tarik. “Bu iki gün çok özel geçti.” “Rica ederim. İyi ki iyileşti durumunuz.” “Size telefon alayım. En azından iletişimde kalırız.” “Gerek yok. Zaten farklı dünyalardan insanlarız. Siz işinize dönün. Ben de kendime yeni bir hayat kurarım.” Bu sözler Tarik’i üzdü ama haklıydı. Onun dünyası ile Ece’nin dünyası çok farklıydı. Ama yine de içindeki ses ona burada kalması gerektiğini söylüyordu.

Tarik, otelden ayrılmadan önce Ece’ye bir mektup bıraktı. “Sen bana insan olmanın ne demek olduğunu gösterdin. Hayatımda ilk kez biri bana para için değil, insan olduğum için yardım etti. Seni unutmayacağım.” Ece mektubu okuduğunda gözleri doldu. Bu adamı bir daha görecek miydi bilmiyordu.

Günler geçti. Ece yeni bir iş buldu, hayatına devam etti. Tarik ise Dubai’ye döndü, ailesinin baskılarına yeniden maruz kaldı. Ama İstanbul’daki o iki günü unutamıyordu. Bir ay sonra Tarik, İstanbul’a geri döndü. Bu kez Ece’nin kapısını çaldı. “Seni görmeye geldim. Çünkü seni özledim.” Ece şaşırdı ama sevindi. Aralarındaki bağ, kısa sürede yeniden güçlendi.

Tarik, ailesinin zenginlik ve statü baskısına rağmen Ece’ye olan sevgisini gizleyemedi. Bir gün babası Raşid Al-Raşid İstanbul’a geldi. Oğlunun bu fakir kızla olan ilişkisini bitirmek için Ece’ye para teklif etti. Ece parayı reddetti. “Ben para için aşkı satmam,” dedi. Bu onurlu tavır, Tarik’in babasının bile saygısını kazandı.

Zamanla Tarik’in ailesi, oğullarının mutluluğunun Ece’de olduğunu kabullendi. Tarik ve Ece, iki farklı dünyanın insanı olsalar da, aralarındaki sevgi ve saygı sayesinde engelleri aştılar. Tarik, İstanbul’da bir inşaat şirketi kurdu, Ece ise sosyal sorumluluk projelerinde çalışmaya başladı. Birlikte hem Dubai’de hem İstanbul’da yaşadılar. Gülseren Hanım’ın sağlığı iyiye gitti, Ece ve Tarik’in hayatı yeni umutlarla doldu.

Bir yıl sonra, Boğaz kıyısında mütevazı bir düğün yaptılar. Ece’nin annesi, Tarik’in ailesi, komşuları ve dostları oradaydı. O gece yıldızların altında, Ece ve Tarik birbirlerine şu sözleri verdiler: “Farklı dünyalardan geldik ama birlikte yeni bir dünya kurduk. Aşkımız, her engeli aşacak güce sahip.”

Ve hikaye burada bitmedi. Ece ve Tarik’in hayatı, birbirlerine duydukları sevgiyle her gün yeniden başlıyordu. Hayat bazen en beklenmedik hediyelerini yağmurlu bir akşamda sunar. Tıpkı Ece’nin o durakta Tarik’i bulduğu gibi…

Related Posts

Our Privacy policy

https://rb.goc5.com - © 2025 News