63 Yaşında Meydanda Düştü, Kimse Yardım Etmedi – Yörük Onu Yalnız Bırakmadı!

63 Yaşında Meydanda Düştü, Kimse Yardım Etmedi – Yörük Onu Yalnız Bırakmadı!

Mor Lila Çiçeği

Bölüm 1: Kurak Yaz ve Hacer Ana

1870 yılının altıncı ayı, Akköy’ü kurak ve acımasız bulmuştu. Güneş sabahtan akşama kadar yakıyor, gölgeler erkenden saklanıyordu. Kasabanın tozlu sokakları, yorgun halkının yüzünü yansıtıyordu. Hayat ne getirirse sessizce kabullenmeyi öğrenmişlerdi. Aralarında Hacer Ana yaşıyordu; 63 yaşındaydı. Elleri onlarca yıl başkalarının çamaşırlarını yıkamaktan şişmiş, parmaklarında eski yaraların izleri vardı. Kimse nereden geldiğini sormaya cesaret edemezdi. Her şafak horozlar ötmeden ayaktaydı, ılık suyu sabunla hazırlıyor, kasaba ailelerinin getirdiği çamaşırları topluyordu. Dürüsttü; başını dik tutuyordu, sırtı her yıl biraz daha kamburlaşsa da…

Evi, 30 yıl önce kaybettiği kocasından kalmıştı. Necati o zamanlar sekiz yaşındaydı. Kerpiç duvarlar, kırmızı kiremitli çatı, iki küçük oda… Arka bahçede sebze yetiştirmeye çalışmıştı, başaramamıştı. Bitkiler onun gibi hayatta kalıyor ama gelişemiyordu. Anadolu’nun acımasız güneşi altında.

Necati şimdi 35 yaşındaydı. Yüzü, hâlâ annesiyle yaşıyor olmanın gölgesinde kararmıştı. Babasından kalan toprak az ve verimsizdi, birkaç zayıf keçi besleyecek kadardı. Dikenler arasında otlatıyordu. Hayal kırıklığı onu acı birine dönüştürmüştü. Öfkesini sadece bir kişiye boşaltıyordu: Kendisini evlatlık olarak büyüten, yaşlı ve işe yaramaz diye bağırdığı kadına. Hacer Ana, yemek zamanında hazır değilse ya da keçilerden birini satıp tohum almasını önerdiğinde susmayı öğrenmişti. Omuzlarını çekiyor, işine devam ediyordu. Sözler, kasabayı döven rüzgar gibi, başka bir rüzgardı.

Çamaşır yerindeki kadınlar durumu biliyor, fısıltıyla konuşuyorlardı. Acıma ve rahatlamanın karışımıyla, başkasının acısının kendilerine ait olmamasının huzuruyla: “Zavallı Hacer Ana… Ama o yaşta ne yapsın? En azından çatısı var.”

Bölüm 2: Yörük Sadık ve Yabancılık

Kasabanın dışında, ardıçların rüzgarla eğrildiği, toprağın kızıla döndüğü yerde Sadık yaşıyordu. Akköy halkı ona sadece “Yörük” diyordu. Sadık beş yıl önce gelmişti. Üç gün süren fırtınada yaya gelmiş, giysileri yırtık, sol kolunda derin bir yara ile. Nereden geldiğini açıklamamış, neden burayı seçtiğini söylememişti. Hoş görülen ama asla tam kabul edilmeyen bir yabancıydı. Uzun boylu, omuzları geniş, hareketleri gereksiz ses çıkarmamak için hesaplıydı. Gözleri karaydı, her şeyi dikkatle gözlüyordu. Türkçeyi akıcı konuşuyordu ama kelimeler arasında uzun duraklamalar vardı, sanki her birini düşünerek seçiyordu.

Kendine dere taşlarından kulübe yapmıştı, sade ama temizdi. Şifalı bitkiler yetiştiriyordu, sabırla, halkından miras kalan bilgiyle. Akköy halkı ona gelirdi, geleneksel ilaçlar işe yaramadığında ama hep utanarak gelirlerdi. Sadık bu ziyaretleri dinginlikle kabul ediyor, ilaçları için asla para istemiyordu. Ama getirilen tavukları veya buğdayı da geri çevirmiyordu. Minnettarlık işaretlerini sessizce yaşıyordu. Sorun çıkarmadan görünmezliğin hayatta kalma biçimi olduğunu öğrenmişti.

Ama Sadık’ın gözleri her şeyi görüyordu: Hacer Ana’nın her sabah dereye yürüyüşünü, adımlarının yavaşladığını, kollarındaki morlukları, kerpiç evden gelen bağırışları… Kendi kültüründe yaşlılar kutsaldı. Onlara kötü davranmak göğe haykıran suçtu. Ama Sadık biliyordu: O sadece hoş görülen bir yabancıydı. Türk ailesinin işine karışmak gereksiz bela getirirdi.

Bölüm 3: Meydanda Kırılma ve Sadık’ın Eli

Bir pazar sabahı, meydan erkenden dolmuştu. Hacer Ana akşamları dokuduğu kilimi satmak için pazara inmişti. Kilim güzeldi, kendi boyadığı yünlerle, annesinden öğrendiği motiflerle… Ama alıcılar değersiz buluyordu. Hacer Ana, sadece iki şal satabilmişti. Kilimini toplarken ağır adımları duydu: Necati, alkol kokusu ile geldi. “Ne kadar kazandın?” diye sordu. “Çok az oğlum, insanların parası yok,” dedi Hacer Ana, gözlerine bakmamaya çalışarak. Necati meydanın ortasında beş kuruş için bağırdı, annesini itti. Hacer Ana taşların üstüne düştü. Kimse yardım etmedi.

İşte o anda Sadık belirdi. Kimsenin kımıldamadığı meydanda, yaşlı kadına iki kez düşünmeden yardım etti. Onu dikkatle kaldırdı, kollarında taşıdı. Necati utanç ve alkolle geride kaldı. Meydan halkı, uzun zamandır kaybolmuş bir saygının yeniden yaşandığına tanık oldu.

Sadık, Hacer Ana’yı kulübesine götürdü. Yaralarını iyileştirdi, acı bitkili çay hazırladı. “Neden yardım ettiniz?” diye sordu Hacer Ana. “Benim halkımda yaralı yaşlıyı gören insan olmaktan çıkar,” dedi Sadık. Hacer Ana, “Kasabam konuşacak,” dedi. Sadık, “Kasabam hep konuşur. Sözler rüzgarla gider,” diye cevapladı.

Bölüm 4: Kendi Hayatını Seçmek

Hacer Ana, Sadık’ın kulübesinde huzuru buldu. “Dönmek istemiyorum,” dedi yıllar sonra ilk kez. Sadık, “O zaman dönmeyin,” dedi. Hacer Ana, neden dönmesi gerektiğini düşündü: Oğluydu, başka yeri yoktu, insanlar konuşurdu… Ama bunların hiçbirinin gerçek bir neden olmadığını fark etti. “Burada kimse susturmaz,” dedi. Sadık onayladı.

İki gün sonra kasabadan bir grup geldi: Necati, iki adam ve İmam Salih. “Eve gel,” dedi Necati. “Konuşsunlar,” dedi Hacer Ana. “Onlarca yılda ilk kez kendimle yaşıyorum.” İmam Salih, “Bu adam sizi büyüledi,” dedi. Hacer Ana, “Büyüyse Akköy’de daha çok büyücü lazım,” diye cevapladı. “Kararımı verdim. Burada kalıyorum.”

Bölüm 5: Direniş ve Kadın Dayanışması

Kasaba dedikodularla kaynadı. Zehra, “Gitmezseniz Allah korusun, çünkü insanlar korumayacak,” diye uyardı. Taş atmalar, şifalı bitkilerin zehirlenmesi, tehditler başladı. Ama Hacer Ana ve Sadık kalmaya karar verdiler. Kadınlar gizlice Hacer Ana’yı ziyaret etmeye başladı. “Cesaret değildi, yorgunluktu,” dedi Hacer Ana. “Korkmaktan yoruldum.”

Kasım gecesi beş adam kulübeye geldi. Kapıyı kırmaya kalktılar. Sadık ve Hacer Ana birlikte durdu. “Kimseyi götürmüyorsunuz,” dedi Sadık. Kadınlar meşalelerle geldi, “Yardım için geldik!” dediler. Zehra ve Rukiye, kasaba kadınlarının yaşadıklarını açıkça anlattı. Hacer Ana, “İlk kez kendim hakkında söylediklerim, başkalarının söylediklerinden daha önemli,” dedi. Necati’nin gerçek annesi olmadığını, yıllarca yük gibi hissettirdiğini açıkladı. Erkekler geri çekildi, kasaba bölündü.

Bölüm 6: Mor Lila Çiçeği

Akköy’de yeni bir dönem başladı. Küçük isyanlar, kadın dayanışması, bazı ailelerin kasabayı terk etmesi… Ama Hacer Ana ve Sadık’ın kulübesinde huzur vardı. Bir ilkbahar sabahı, kulübenin önünde bilinmeyen bir bitki filizlendi. Hızla büyüdü, Haziran’da derin mor-lila renginde, altın damarları olan, lavanta ve vanilya arası kokulu bir çiçek açtı. Kasaba halkı bu çiçeği görmeye geldi. Kimisi Allah’ın işareti, kimisi şeytanın işi dedi. Ama çoğu onun güzelliğine hayran kaldı.

Çiçek, Sadık ve Hacer Ana’nın birlikte yarattıklarının sembolü oldu: Sert toprakta filizlenen, doğru özenle güzelleşen bir şey.

Bölüm 7: Miras

Yıllar geçti. Hacer Ana, Sadık’ın kulübesinde zarifçe yaşlandı. Sadık da yumuşadı. Kasabanın manzarasının bir parçası oldular. Çocuklar, Yörük’ün çamaşırcıyı nasıl kurtardığı hikayesini dinleyerek büyüdü. Mor lila çiçek her yıl açtı, bahçeye hiç yayılmadı ama kaybolmadı da.

Hacer Ana 81 yaşında huzur içinde öldü. Sadık iki yıl sonra onu takip etti. İkisini birlikte gömdüler. Kulübe bir süre boş kaldı, sonra genç bir aile yerleşti. Mor lila çiçeği her yaz açmaya devam etti.

Kasabada kimse çiçeğin tam olarak nereden geldiğini bilmiyordu. Ama önemli olan, temsil ettiği şeydi: En sert yerlerde bile, en yaralı insanlar arasında bile doğru özen verilirse güzel bir şey çiçek açabilir.

Son Söz

 

Related Posts

Our Privacy policy

https://rb.goc5.com - © 2025 News