Bir Babanın Dönüşü: Kızını Ararken Öğrendiği Gerçek
Otobüsün frenleri iniltisiyle birlikte yolun kenarında durdu. Samuel’in botları, bir zamanlar yuva bildiği toprağa ağır bir sesle bastı. Üniforması yırtık, barut kokusu hâlâ üstünde. Elinde buruşmuş bir fotoğraf: mavi elbiseli, gözleri güneş gibi parlayan küçük bir kız. O gülüş, onu her cephede ayakta tutan tek şeydi.
Ama evine doğru yürüdükçe, sessizlik göğsüne bir taş gibi çöktü. Ne bir köpek havladı, ne bir perde kıpırdadı. Kapıyı açtığında, daha önce kızının koşup “Baba!” diye sarıldığı o gıcırtı şimdi yüreğini kanattı. Ev boştu. Mobilyalar kaybolmuş, mutfakta yemek kokusu kalmamıştı. Küçük yatağın üstünde tek gözünü kaybetmiş bir bez bebek. Samuel’in kalbi sanki ortadan ikiye ayrıldı.
“Camila…” dedi, sesi titreyerek. “Kızım, neredesin?”
Duvarlardaki solmuş tebeşir resimleri, güneşler, çiçekler, küçük bir ev… Hepsi birer hatıra. Ama en ağır darbeyi masanın üstündeki defter vurdu: Bir sayfası yırtılmıştı. Tam o anda dışarıdan ayak sesleri, kapanan kapı sesi… Biri biraz önce buradaydı. Samuel pencereye koştu, gölgelerden birini yakaladı.
Yatağın altındaki buruşturulmuş kâğıdı eline alınca elleri titredi. Çocuk yazısıyla yazılıydı:
“Baba, seni özledim. Eğer burada değilsem, beni eski pazarda ara. Beni unutma.”
Bu sözler, cephenin en sert mermisinden daha çok acıttı. Ama aynı zamanda bir umut doğurdu: Kızı hâlâ yaşıyordu.
Eski pazar artık bir hayalet şehirdi. Yırtılmış brandalar, boş tezgâhlar… Samuel’in gözleri bir köşede sıkışmış mavi bir mendile takıldı. Kızının yedinci yaş gününde hediye ettiği, lavanta kokulu mendil. Demek ki buradaydı.
Bir adam çıktı karanlıktan. Çenesinde iz, elinde bıçak. Yanında küçük bir masa, üstünde ekmek, su, battaniye. Samuel anladı: Camila sadece kayıp değildi. Saklanıyordu. Ve sonunda onu buldu—elleri bağlı, gözleri korkuyla dolu.
“Baba…” diye fısıldadı kız.
Adam öne çıktı. Soğuk bir sesle:
“Bu sadece senin kızın değil. Bu sessizlik için bir bedel. Keşke geri dönmeseydin.”
Samuel’in içinde yıllarca biriktirdiği öfke alev aldı. Çantayı fırlatıp lambayı kırdı, gölgeler dans etti. O an saldırdı. Yumruk yumruğa, kan içinde bir savaş… Her darbe, kızının gözyaşları için; her nefes, onun kayıp gülüşü içindi.
Kızını kendi elleriyle çözdü, göğsüne bastı. “Artık buradayım,” diye fısıldadı. “Bir daha asla bırakmayacağım.”
Geriye düşen adam doğrulmaya çalışırken Samuel dimdik durdu:
“Hatıraları silebilirsin. Ama kanı silemezsin.”
Kızını sabaha doğru evine götürdü. Küçük elleri onun ellerini sımsıkı tutuyordu. Artık cephelere yürümüyor, hayata doğru yürüyordu.
Camila yavaş yavaş iyileşti. Kabuslar kolay gitmedi, ama Samuel hep yanında kaldı. Sabahları kahve yaptı, onun hikâyelerini dinledi. Bir zamanlar asker olan adam, artık sadece bir baba idi. Ve her gece kızının huzurlu nefesini dinlerken şunu anladı: Her savaş silahla yapılmaz. Bazıları sadece gitmeyerek, kalmayı seçerek kazanılır.