Her Gün Ölen Sevgilisine Mektup Yazıyordu — Ta Ki Bir Yabancı Ona Cevap Verene Kadar

Her Gün Ölen Sevgilisine Mektup Yazıyordu — Ta Ki Bir Yabancı Ona Cevap Verene Kadar

Eski bir işçi mahallesindeki o yıpranmış evin posta kutusu, kimsenin almaması gereken mektuplarla doluydu.
Elif her akşam o zarfları özenle bırakırdı, sanki uyuyan bir çocuğu örtüyormuş gibi bir şefkatle.

Ali, o inşaat kazasında öldüğünden beri yazmayı hiç bırakmamıştı.
Her gün bir mektup. Her mektup, bir nefes.

Bu, pes etmemesinin yoluydu.
Dünya dönmeye devam ederken, o sevgisine tutunuyordu — denizin ortasında bir tahta parçasına tutunur gibi.

Ama bir gün, her şey değişti.
Bir mektuba cevap geldi.
Tanıdık olmayan bir el yazısı. Aynı mavi mürekkep, aynı zarf.
Tek fark: bu kez yazan Ali değildi.

İlk mektubu okuduğunda, Elif bunun kötü bir şaka olduğunu düşündü.
—“Sözlerini aldım Elif. Ben Ali değilim, ama onun çalıştığı yerde yaşıyorum. Ve yemin ederim, senin hissettiklerini hissediyorum.”

Öfkelendi.
Kim başkasının acısıyla oyun oynardı ki?

Elif bir temizlikçiydi, zengin ve kibirli Demir ailesinin bahçesindeki küçük evde yaşıyordu.
O aileye her şeyini borçluydu: maaşını, dul kalışını, yasını.
Ali, onların inşaat şirketinde ölmüştü.

Günlerce o yabancının mektuplarını görmezden geldi.
Ama mektuplar gelmeye devam etti.
Birbiri ardına.
Dürüst, sıcak, kalpten kelimelerle dolu mektuplar.

Sonunda bir gece dayanamadı.
Cevap yazdı.
“Eğer gerçekten kaybetmenin ne olduğunu biliyorsan, adını söyle. Yoksa yazmayı bırak.”

Cevap iki gün sonra geldi.
“Ben Emir Demir.”

Elif’in kalbi durdu sanki.
O soyadı…
Demir.
Patronun oğlu.

Bahçeden geçerken zar zor selam veren o genç adam.
Keten gömlekli, pahalı parfümlü.
Kazadan sonra işçileri “tasarruf için” işten çıkaran kişi.
Şimdi ise… mektup mu yazıyordu?

Elif’in içinde nefretle merak birbirine karıştı.
Susmayı seçti, ama mektupları yırtmadı.
Ve her mektup kalbinde yeni bir çatlak açtı.

Emir suçtan, utançtan, uykusuz gecelerinden bahsediyordu.
Babası inşaattaki güvenlik hatalarını gizlemişti.
“Ali senin değil, bizim yüzümüzden öldü,” diye yazmıştı bir gün. “Ve bu borcu nasıl öderim bilmiyorum.”

Haftalar geçti.
Mektuplar konuşmaya, konuşmalar itiraflara dönüştü.
Emir, Elif çiçekleri suladığı saatlerde bahçeye inmeye başladı.
Konuşmazlardı, ama sessizlikleri artık farklıydı.

Bir akşam, yağmur altında ağlarken onu gördü.
Şemsiyesiz yaklaştı.
—“Seni eve bırakayım.”
—“Demirler ne zamandan beri yoksullara yardım eder oldu?”
—“Bir Demir, paranın affı satın alamayacağını öğrendiğinden beri.”

Elif baktı ve ilk kez patronun oğlunu değil, yük taşıyan bir insanı gördü.

Skandal bir hafta sonra patladı.
Mahalle dedikoduyla doldu.
“Hizmetçiyle mirasçı!”
Emir’in annesi yemek masasında bağırdı:
“Bu aileye getirdiğin rezaletin farkında mısın?”

Emir sadece şunu söyledi:
“Bizim utancımız, masum bir adamı ölüme terk ettiğimiz gün başladı.”

Demir Holding yolsuzluktan soruşturulduğunda, Emir ifade verdi.
Tüm belgeleri, kayıtları, gizlenmiş her şeyi teslim etti.
Ailesi onu mirastan men etti.
Ama Elif, yıllar sonra ilk kez gururla gülümsedi.

Her şey bittiğinde, Emir son bir mektup bıraktı.
“Bu kez affedilmek için değil, teşekkür etmek için yazıyorum.
Bana cesaretin kanda değil, ruhta olduğunu öğrettin.”

Elif ağladı.
Ve Ali’nin söyleyeceği cümleyi yazdı:
“Gerçek aşk ölmez, sadece ses değiştirir.”

Aylar sonra, aynı mahallede, işçilerin çocukları için küçük bir okul açtı.
Kapısında bir tabela vardı:
“Ali Vakfı — Hiçbir Şeyi Olmadan Sevenler İçin.”

Yanında küçük harflerle yazıyordu:
“Elif ve Emir tarafından yönetilmektedir.”

Related Posts

Our Privacy policy

https://rb.goc5.com - © 2025 News