Cada Uno Protege a Uno: Başkaları İçin Ayağa Kalkmanın Değeri
Bir sonbahar günüydü, İstanbul’daki Marmara Üniversitesi kampüsünde. Rüzgar, avludaki çınar ağaçlarının sararmış yapraklarıyla oyun oynuyor, öğrenciler sırt çantaları, heyecanlı kahkahalar ve umut dolu yüzlerle Edebiyat Fakültesi binasına giriyorlardı. Aralarında, on yedi yaşındaki utangaç ama büyük yürekli bir genç vardı: Ali Yalın. Ne dikkat çekmeye çalışıyor ne de güçlü görünüyordu; ama içinde sessiz bir inanç taşıyordu — doğru olanı yapma isteği. Haftalardır Ali’yi rahatsız eden bir şey vardı: Etik dersinde sınıf arkadaşlarından biri, Kerem Aras, kendini üstün gören küçük bir grup öğrenci tarafından sürekli sözlü tacize ve aşağılamaya maruz kalıyordu. Hakaretler şaka süsü verilmişti; koridorda omuz atmalar, sınıf önünde küçük düşürücü jestler… Kimse müdahale etmiyordu. Bazıları bakıyor, bazıları gülüyor, çoğu ise başını çeviriyordu. Kerem başını öne eğip sessiz kalıyor ama elini kaldırdığında sesi titriyordu. Bir gün alay daha da tırmandı. Ders bitiminde Kerem defterini çantasına koyarken, iki zorba onu çevreledi. Biri duvara itti, diğeri defterinden bir sayfa koparıp yere atarak yavaşça ezdi. Kağıdın yırtılma sesi ve kapının sertçe kapanışı koridorda yankılandı. Ali uzaktan gördü, kalbi sıkıştı: Kerem ağlamamak için yumruklarını sıkıyordu, çantası bir yük gibi omzundan sarkıyordu. “Ne oldu ağlak çocuk? Yine bayılacak mısın?” diye bağırdı zorbalardan biri. Kahkahalar bıçak gibi yankılandı. Geçen öğrenciler yan gözle baktı, birkaç saniye durup yollarına devam ettiler. Kimse yardım etmedi. Hiç kimse. Sadece sessizlik ve açık bir haksızlık vardı. O anda Ali’nin içinde bir ateş yandı. Yaklaştı. Nabzı boğazında atıyordu ama adımları kararlıydı. “Yeter artık!” dedi, kendi sesine şaşırarak. Herkes durdu. Zorbalar ona döndü, yüzleri hem şaşkın hem öfkeliydi. Ali, Kerem’in önüne geçti. “Onu neden rahat bırakmıyorsun?” diye sordu, riskin farkında olarak. İki çocuk küçümseyerek baktı, alay edip yumruklarını kaldırdılar. Biri Ali’yi sertçe itti, Ali sendeledi ama düşmedi. Koridor uzadıkça uzadı, kahkahalar fısıltılara dönüştü. O sırada etik öğretmeni, Sevim Hanım, sınıftan çıkıp sahneyi gördü. Sert bir sesle müdahale etti. Zorbalar uzaklaştı. Öğretmen, iki öğrenciyi müdür odasına gönderdi. Koridor yavaşça sessizleşti. Kerem gözleri kızarmış halde Ali’ye yaklaştı, fısıldadı: “Teşekkür ederim… sensiz ne yapardım bilmiyorum.” Ali ona bakmadı, ama yanakları utanmadan değil, doğru olanı yapmış olmanın sıcaklığıyla kızardı. “Bunu tek başıma yapmadım,” dedi. “Eğer sen ya da başkası hiçbir şey demezse… acı çeken birine ne kalır?” O akşam olay okulda yayıldı. Kimileri Ali’yi takdir etti, kimileri alay etti. Ama önemli olan bir tohumun ekilmesiydi: başkalarını savunmanın zayıflık değil, cesaret göstergesi olduğunu anlatan bir fikir. Ertesi gün Ali, arkadaşlarına bir öneri sundu. Okul toplantısında sahneye çıktı, mikrofonu titreyen elleriyle tuttu: “Dün burada olmaması gereken bir şey gördüm,” dedi. “Bir arkadaşımız aşağılandı. Kimse müdahale etmedi… ben edene kadar. Ama bu yeterli değil. Bugün yeni bir hareket başlatalım: ‘Cada Uno Protege a Uno’. Her kim birinin acı çektiğini görürse, sebebi ne olursa olsun, ayağa kalksın, müdahale etsin, korusun. Çünkü bu sadece onun değil, hepimizin mücadelesi.” Hafif alkışlar duyuldu, bazı fısıltılar yayıldı. Okul müdürü Ayşe Hanım onaylayarak gülümsedi. Bu bir başlangıçtı. Günler sonra “Cada Uno Protege a Uno” yazılı lacivert bir afiş okulun girişine asıldı. Altında gönüllü imza listesi vardı. Öğrenciler basit ama güçlü sözler imzaladı: “Zorbalık görürsem durdururum.” “Biri yalnızsa yanına giderim.” “Biri acı çekiyorsa, arkadaşlarımla yanında olurum.” Kısa sürede girişim diğer sınıflara, ardından çevredeki okullara yayıldı. Sosyal medyada #CadaUnoProtegeAUno etiketiyle paylaşımlar yapılmaya başlandı. Videolarda öğrencilerin teneffüste zorbalığı durdurduğu, yalnız birini yemekhanede yanlarına çağırdığı sahneler yer aldı. Bu sadece savunma değil, bir dayanışma kültürüydü. Ama her değişim hikayesi gibi, zorluklar da geldi. Komşu okulda biri hareketle alay etti, “yumuşak kampanya” dedi. Bir gün üç öğrenci kalın gözlüklü bir kıza sataştı, kitaplarını yere attı. Görüntü telefona çekilip okulda yayıldı. İmzacılardan biri olan Merve videoyu görünce dayanamayıp arkadaşlarını topladı. Kıza yaklaşan zorbaların önüne geçti: “Buradayız. Onu yalnız bırakmayacağız.” dedi. Zorbalar geri adım attı. Kız ağlıyordu ama yalnız değildi. Olay kaydedildi, rapor tutuldu. O gece Merve uyuyamadı. Kızın gözlerindeki korkuyu düşündü. Ortaokulda kendisinin de alay edildiğini hatırladı. O zaman kimse yardım etmemişti. Şimdi ediyordu. Bu fark ona güç verdi. Haftalar geçti, girişim bölgesel boyuta ulaştı. Ali istemeden bir hareketin yüzü haline geldi. Röportajlarda sürekli tekrarladı: “Kahraman değilim. Sadece sessiz kalmadım.” Zamanla o söz bir ilke haline geldi: “Biri acı çekiyorsa, dur, taraf ol, arkana bakma.” Üç adımda özetlenen bir kılavuz yayımlandı: “Gör, harekete geç, yanında ol.” Şiddet yok olmadı ama değişti. Korku yayanlar artık yalnız olmadıklarını biliyor, acı çekenler de yalnız olmadıklarını hissediyordu. Bir kavga sonucu bir öğrenci yaralandı; çene kemiği kırıldı. Olay okulu sarstı. Ama bu kez yalnız kalmadı: arkadaşları hastaneye gitti, koridorlarda nöbet tutuldu, şikayet kutuları kuruldu, öğretmenler için protokoller oluşturuldu. Ve iç disiplin kurulunda örnek ceza verildi. Zafer değil, dönüşüm önemliydi. Ali o günleri hatırladı: korktuğu, şüphe ettiği günleri. Ama anladı ki en büyük zarar, korkudan susmaktır. Mezuniyet konuşmasında dedi ki: “Sadece birini korumak değil bu. Birbirimizi korumakla ilgili. Kimsenin el kaldırmaktan, kimsenin saklanmaktan korkmadığı bir yer kurmakla ilgili.” Hareket ülke çapına yayıldı. Milli Eğitim Bakanı bile bir kongrede şöyle dedi: “Bir öğrencinin cesareti, saygı ve dayanışma kültürünün kıvılcımını yakabilir.” Ali o an sessizce ağladı. Hayalini kurduğu eğitim gerçeğe dönüşmüştü. O gece, okulun koridorunda yürürken ilk olayı hatırladı: Kerem’in defteri, yırtılan sayfa, ağlamaklı yüz. Ama aynı zamanda Merve’nin elini, Kerem’in sarılışını, lacivert afişi hatırladı. “Bu bitmedi,” dedi. Çünkü her yeni öğrencinin kalbinde bu söz yankılanıyordu: “Seni korurum.” Yıllar geçti. O slogan okul yaşamının direği oldu: “Biz birbirimiz için buradayız.” Ve korkunun kökleri hâlâ olsa da artık fırtınanın savunucuları vardı. Ali’nin cesareti binlerce kalbi aydınlattı. Sonunda ders açıktı: Biri başkası için ayağa kalkarsa, hepimiz birlikte ayağa kalkarız.