Bekar Baba Kamyonunu Tamir Ediyordu, İkizler Koşup Bağırdı: “Anne Uyanmıyor!” — Sonra Olanlar…
.
.
Yolda Karşılaşan Hayatlar
Mehmet, İstanbul dışındaki ıssız bir yolda bozuk pikabını tamir etmeye çalışıyordu. Güneş, gökyüzünde yüksekçe asılı duruyor, altında her şeyi acımasızca kavuruyordu. Hava sıcaklığı, yolun üzerinde titreyen bir sıcak hava dalgası oluşturuyordu. Yolda trafik azdı; çoğu insan klimalı ofislerde veya evlerinde oturmayı tercih ediyordu. Mehmet, 33 yaşında, yalnız bir baba olarak, iki küçük kızı Elif ve Ayşe’nin bakımını üstlenmişti. Kızları, 5 yaşında ikizlerdi ve Mehmet, onların annesi Aylin’i kaybettikten sonra hayatının ne kadar zorlaştığını biliyordu.
O gün, pikabının motoru aniden durduğunda, Mehmet ne yapacağını bilemedi. Mekanik bilgisi vardı ama bu sefer bir şeyler çok yanlıştı. Kaputu açmış, motorun içine eğilmişti ama sorunu bulmakta zorlanıyordu. İçinde bir şeylerin yanlış gittiğini hissediyordu. Kızlarının aç olduğunu, yorgun ve susuz kaldıklarını düşündü. Onlara krep yapma sözü vermişti ama şimdi bu mümkün görünmüyordu.
Tam o sırada, ormandan gelen bir çığlık sesi dikkatini çekti. İki küçük kız, sarı elbiseleriyle ormandan çaresizce koşarak geliyorlardı. Yüzleri gözyaşlarıyla doluydu. “Abi, annemiz uyanmıyor!” diye bağırdılar. Mehmet, bu durumu anlamaya çalışırken kalbi hızla çarpmaya başladı. Hemen onlara doğru koştu.
“Ne oldu? Nerede anneleri?” diye sordu. Kızlar, ormanın derinliklerine işaret ederek, “Orada, anne ormanda düştü, uyanmıyor!” dediler. Mehmet, ormana bakarak bir şeyler gördü. Bir mavi arabanın ağaçlara çarptığını fark etti. Kalbi çarparken, hemen oraya doğru koştu.
Ormana girdiğinde, mavi Ford Focus’un ağaçlara çarptığını gördü. Ön kısmı tamamen ezilmişti ve direksiyonda bir kadın oturuyordu. Mehmet, kadının bilinçsiz olduğunu fark etti. Hızla yanına koştu ve kapıyı açmaya çalıştı ama kapı kilitliydi. Hemen diğer tarafa dolaşarak yolcu kapısını açtı ve kadının nabzını kontrol etti. Zayıf ama vardı. Kadın, 28-30 yaşlarında, uzun koyu saçları kanla kaplanmış haldeydi. Mehmet, başındaki yarayı kontrol etti ve kanamayı durdurmak için gömleğini çıkardı.

Kızlara döndü, “Adınız ne?” diye sordu. “Zeynep,” biri hıçkırdı. “Fatma,” diğeri yanıtladı. Mehmet, “Tamam, dinleyin. Anneniz iyi olacak. Onu hastaneye götürmem gerekiyor. Anlıyor musunuz?” dedi. Kızlar başlarını salladı ama gözyaşları içindeydiler. Mehmet, kadını dikkatlice kollarına aldı ve ormanın içinden yola doğru taşımaya başladı. Kızlar onun peşinden koştu.
Yola vardıklarında, kendi kızları pencereden geniş açılmış gözlerle bakıyorlardı. “Baba, ne oldu?” diye sordular. “Ayşe’yi hastaneye götürmem gerekiyor,” dedi Mehmet. Kızlarını arka koltuğa yerleştirirken, “Anne iyi olacak,” diye fısıldadı.
Aracı çalıştırmak için anahtarı çevirdi. Motor öksürdü ama sonunda çalıştı. Mehmet, İstanbul’a doğru yola çıktı. Hızla sürerken, arka koltuktaki dört kızın da sessizce oturduğunu fark etti. Onların korkmuş gözleri, Mehmet’in yüreğini burkuyordu.
Pendik Devlet Hastanesi’ne ulaştıklarında, acil ikaz ışıkları açık bir şekilde sürdü. İçeri girdiğinde, hemşireler hemen harekete geçti. Mehmet, Ayşe’yi sedyeye yatırırken, doktorlar hemen müdahaleye başladılar. Mehmet, çocukları bekleme odasında bıraktı ve Ayşe’nin durumunu öğrenmek için kayıtlara koştu.
Doktor, Mehmet’e Ayşe’nin beyin sarsıntısı geçirdiğini, iki kaburgasının kırık olduğunu ve hastanede birkaç gün kalması gerektiğini bildirdi. “Hayatını kurtardınız,” dedi doktor. Mehmet, bu sözleri duyduğunda içindeki yükün biraz hafiflediğini hissetti.
Ayşe hastanede dört gün kaldı. Mehmet, her gün işten sonra kızlarıyla gelip Ayşe’ye destek oldu. Kızlar, Mehmet’in kızlarıyla birlikte oynamaya başladılar. Dört kız, birbirlerini tanımadan önce bile bağ kurmuşlardı. Mehmet, Ayşe ile zaman geçirdikçe, onun hayat hikayesini dinledi. Ayşe, eski kocası Kerem’in onları terk ettiğini, yalnız başına iki küçük kızı büyütmenin zorluklarını anlattı.
Mehmet de kendi hikayesini paylaştı. Aylin’i kaybettikten sonra nasıl zor günler geçirdiğini, iki küçük kızıyla hayatta kalma mücadelesi verdiğini anlattı. Her ikisi de yalnızlıklarının ve kayıplarının acısını paylaşıyorlardı.
Bir gün, hastaneden çıkarken, Ayşe Mehmet’e bir teklif yaptı. “Belki, belki bir araya gelebiliriz. Kızlarımız birlikte çok iyi oynuyorlar,” dedi. Mehmet, bu teklifi düşündü. Son yıllarda insanlardan ve ilişkilerden kaçmıştı ama Ayşe’nin gözlerinde gördüğü umut, ona cesaret verdi. “Tamam,” dedi. “Neden olmasın?”
Ayşe, Mehmet’in yanına taşındığında, hayatları yavaşça değişmeye başladı. Dört kız, evde birlikte oynuyorlardı. Mehmet, sonunda bir aileye sahip olduğunu hissetti. Ayşe, Mehmet’in hayatına yeniden umut getirdi.
Bir yıl sonra, Haziran ayında, Mehmet ve Ayşe küçük bir düğünle evlendiler. Dört kız, bu yeni aile yapısının bir parçası oldular. Mehmet, artık yalnız bir baba değil, bir aile reisi olmuştu.
Ayşe, Mehmet’in hayatına girdiği için minnettardı. Onunla birlikte, kaybettiği her şeyi tekrar bulmuştu. Dört kız, artık sadece kardeş değil, aynı zamanda arkadaş olmuşlardı.
Hayat, bazen beklenmedik anlarda güzelleşir. Mehmet ve Ayşe, yolda karşılaşarak birbirlerinin hayatlarını değiştirdiler. Artık yalnız değillerdi. Birlikte, hayatın zorluklarına karşı durmaya karar verdiler.
Ve böylece, Mehmet Yılmaz ve Ayşe Demir, hayatın getirdiği zorluklarla birlikte mücadele etmeye ve yeni bir başlangıç yapmaya karar verdiler. Kızlarıyla birlikte, artık bir aileydiler ve bu yeni hayat, onlara mutluluğu ve umudu getirmişti.
Bu hikaye, bazen hayatın alabileceği şeylerin yanı sıra, bazen de verdiği şeylerin ne kadar değerli olduğunu hatırlatıyor. Ve bazen, yolda bir durak, her şeyi değiştirebilir.