Zengin Çocuğa Güven Kazandırmak İçin Sınıf Arkadaşı Rolü Yapan Hizmetçi Kız
İstanbul’un üzerindeki sabah güneşi, özel Arnavutköy Koleji’nin camlarına yumuşakça vuruyordu. Burası, ülkenin en etkili iş insanlarının çocuklarının okuduğu, kusursuz üniformalar, lüks arabalar ve ezberlenmiş gülümsemelerle dolu bir yerdi.
Kimse, o elit öğrenciler arasında bir kızın aslında o dünyaya ait olmadığını tahmin edemezdi. Adı Elif Kaya’ydı, ve diğerleriyle aynı üniformayı giyse de, hikâyesi çok farklıydı.
Elif, İstanbul’un en zengin ailelerinden biri olan Demir ailesinin malikânesinde temizlikçi olarak çalışan bir kadının kızıydı. Küçüklüğünden beri mermer koridorlarda sessiz yürümeyi, dikkatli bakışlardan kaçmayı ve görünmeden izlemeyi öğrenmişti.
Bay Demir’in tek bir oğlu vardı: Kerem. On yedi yaşında, her şeye sahip olmasına rağmen, daima yere bakan bir çocuk. Diğer zengin çocuklar gibi kibirli ya da zalim değildi. Aksine, dünyadan korkuyor gibiydi. Yabancılarla konuşurken kekeliyor, utangaçlığı alay konusu oluyordu.
Bir gün, Elif annesiyle birlikte kütüphaneyi temizlerken, istemeden Bay Demir’in psikologla yaptığı bir konuşmayı duydu.
— Her geçen gün daha çok içine kapanıyor, — dedi doktor. — Sosyal güvenini geliştirmesi, insanlarla korkmadan bağ kurabileceğini hissetmesi gerek.
— Ne öneriyorsunuz? — diye sordu adam, yorgun bir sesle.
— Belki yeni bir arkadaşlık… Onu yargılamayacak, yanında kendini normal hissedeceği biri.
O akşam, Elif’in annesi endişeyle eve geldi.
— Elif, — dedi yemek yerken — malikanede çocuğa yardım etmek için ne yapacaklarını şaşırmış durumdalar.
— Nasıl yani? — diye sordu Elif.
— Babası, onun insanlarla doğal bir şekilde konuşmasını sağlayacak birine servet ödemeye razıymış.
Elif düşündü. Kerem’i çocukluğundan beri tanıyordu, ama o neredeyse hiç hatırlamıyordu. Onu hep yalnız, uzaktan insanlara bakan halde görmek içini acıtıyordu.
Ertesi gün, Bay Demir, okulun “daha fazla sosyal ortama maruz bırakılması” önerisinden bahsederken, Elif’in annesi neredeyse refleksle dedi ki:
— Kızım yardım edebilir.
Adam kaşlarını kaldırdı.
— Kızın mı?
— Evet efendim. Zeki, terbiyeli… Sınıf arkadaşı rolü yapabilir. Kimse fark etmez, onun güvenini kazanabilir.
Odadaki sessizlik ağırlaştı. Fakat Demir’in gözlerinde bir umut parladı.
— Başarırsa, oğlumun hayatı değişir, — dedi sonunda.
Ve plan böyle başladı.
Elif’e yeni bir üniforma, Arnavutköy Koleji’nde “sessiz” bir geçici kayıt ve tek bir emir verildi:
— Kim olduğunu ona asla söyleme, — dedi annesi.
İlk gün, Elif teneffüste Kerem’in yanına gitti. O, elinde kitapla yalnız oturuyordu.
— Buraya oturabilir miyim? — dedi.
Kerem başını kaldırmadan onayladı.
— Ben Elif, yeniyim.
— Kerem, — diye mırıldandı o, zar zor duyulur bir sesle.
Haftalar geçti, kısa cümleler uzun sohbetlere dönüştü. Elif ona müzikten, filmlerden, okulun sahte mutluluğundan bahsediyordu. Kerem önce utangaçça, sonra içten bir şekilde gülmeye başladı.
Değişim o kadar fark edilir olmuştu ki, öğretmenler bile “Demir’in oğlu sonunda gülüyor” diyordu.
Bir gün Kerem, kafeteryada Elif’in gözlerinin içine baktı:
— Sen farklısın, Elif. Seninle kendim olabiliyorum.
Elif’in içi sızladı. Bunun bir oyun olduğunu biliyordu, ama kalbi başka bir şey söylüyordu.
Gerçekle yalan arasındaki çizgi bulanıklaşmaya başladı. Yardım etmek için girdiği bu oyun, kalbine dokunuyordu. Elif artık sadece yardım etmek istemiyordu… Aşık oluyordu.
Ve Kerem de.
Bir okul partisinde, Kerem ona yaklaştı:
— Bana yeniden yaşadığımı hissettirdiğin için teşekkür ederim, — dedi.
Sonra, hiçbir şey demeden onu öptü.
Zaman durdu. Müzik, ışıklar, kalabalık yok oldu. Sadece ikisi kaldı.
Ama Elif’in sırrı karanlık bir gölge gibi üstlerinde asılıydı.
Birkaç hafta sonra, Kerem’in babası “mucize yaratan kızı” tanımak istedi. Elif kaçınmaya çalıştı, ama kader izin vermedi.
Bir gün malikaneye annesine yardım etmeye geldiğinde, Bay Demir kapıda onu gördü.
— Sen… burada ne yapıyorsun? — dedi şaşkınlıkla.
Elif’in kalbi duracak gibi oldu.
— Siz anlamıyorsunuz… ben sadece…
— Oğlumu kandırdın! — diye kesti adam. — Ona yalan söyledin!
Annesi ağlayarak özür diledi, ama olan olmuştu.
O gece, Kerem babasının odasına çağrıldı. Her şeyi öğrendi.
Elif bir daha okula dönmedi.
Bir hafta sonra kapıları çaldı biri. Kerem’di. Yine utangaçtı, ama bu kez gözleri kararlıydı.
— Kim olduğunu umursamıyorum, — dedi. — Çünkü bana kendime inanmayı öğreten kişi sensin.
Elif ağladı. Ve ilk kez, aralarında hiçbir maske kalmadı.